KATIK
ET, EĞ BAŞINI
( Allah Kimseyi
Açlık İle Terbiye Etmesin )
Yazının başlıklarının birincisi, Tekirdağ gününde taptaze bir gözlemden alındı. İkincisi de Victor Hugo’nun ebedi eseri Sefiller film şarkısından. İnsanın içini acıtan şarkı sözleri, hatta haykırışı, tam manasıyla yaşamın tat alma-duyarlılık ve şefkat çizgisini belirleyecek derece etkili…
Yağmurlu Tekirdağ günlerini nasıl severim anlatamam… Biraz sıkı giyinmek ve bir şemsiye; sahil ile insan mucizesinin kucaklanma zamanı ve tenhalığı. Öteden beri bu böyle…
Yağmur bir yağdı, bir durdu. Güneş bir açtı, bir bulutlar arasına gizlendi. İçerisi sıcak, çayı kahvesi henüz yeni çıkmış-demlenmiş çay salonuna girdim. İlk çayı ben aldım. İçeride üç masada birer kişi oturmuştu. Onlar da benim çay aldığımı, çayın çıkmış olduğunu görünce sırasıyla çay almaya gittiler. Dış tarafta da birkaç masa sakini vardı.
Önümdeki masada bir kişi sabah kahvaltısı yapmaktaydı. İlk önce sıradan bir görüntü olduğu için pek önemsemedim. Gözlem yapmak için farklı yönlere, objelere ve insanlara, hatta küçük yağmur damlalarına baktım durdum. Dış tarafta kahvaltısını yapan esmer yüzlü adamda bir gizem hissettim ki tekrar onu izlemeye başladım.
Orhan Kemal’in Bekçi Murtaza karakterini bilenler bilir; nasıl terbiye aldığını ve kurs gördüğünü. Kahvaltısını yapan esmer tenli adam da o terbiye, disiplin, masumiyet ve mahcubiyet içinde kahvaltısını yapıyordu.
Sanırsınız peyniri incitecek. Tabaktan çıkan sesler komşularını rahatsız edecek. O derece sessiz, ahenkli ve mümkün olduğunca ona ezberleten, muhtemelen çocukluktan kalma; “ Katık et” disiplini, uyarıları içinde ekmekten büyükçe bir parça koparsa da, peynir veya diğer yiyeceklerden çok az alıyordu.
Çatalı bırakıp daha çok elle, daha doğrusu parmaklarının ucuyla yiyordu. Belli ki çok titiz ve çevresine çok duyarlı bir insan… Haki renk montu, kadife paltonu vardı. Çık kısa kesilmiş saçlarına beyazlar ineli epey olmuş. Boyu 1,78 civarı olmalıydı. Daha çok Aydın, Balıkesir yöresi insanlarına, onların o yüksek terbiye, ciddiyet ve tokgözlü halleri içindeydi.
Masasında kahvaltısını yapan adamın ensesine bir fiske vursanız kahvaltısını alırsınız görüntüsü içinde adeta beslenmeyi bir tören-dansa çevirmiş gibiydi. Sadece etrafa değil, önündeki yiyeceklere büyük bir saygı beslediği belli. Tabağına yayılan veya dökülen peynir yumurta kırıntılarını bile incitecek korkusuyla, hafifçe dokunarak ve başını eğerek alıyordu.
O anda Victor Hugo’nun başyapıtı kabul edilen Sefiller eseri ve başkarakteri Jean Valjean gözlerimin önüne geldi. Sadece bir somun ekmek çaldı diye mahkûm edilen ve bir ömür bunun acısı, korkusu, sorumluluğu içinde kimi yol alan, kimi saklanan ve bazen kaçan Jean VALJEAN…
Kahvaltısını yapan adamın ciddiyeti, sorumluluğu, yiyeceklere gösterdiği o büyük özen; tam manasıyla “Katık et” bilinciyle yetişmiş bir insanın ruh âlemi içindeydi. Büyüklerinden; körpe zihin-çocukluk zamanlarında sıklıkla; “ Allah açlık ile terbiye etmesin. Kıtlık kötü şey…” sözlerin tesiri, artık onun yoldaşı gibiydiler…
Günümüzün günce meselesi de bu değil mi? Bir taraftan sıra dışı şımarıklık ve lüks yaşamlara esir olmuş, eriyen insanlar, diğer taraftan sadece bir kahvaltı veya bir kap yemek için, ucuz ekmek için sıraya giren; kıtlık ve açlık yıllarından genlere yapışmış o yüce terbiyenin peşinde koşan onurlu insanlar…
Çayım ve gözlemlerim bitince dışarı çıktım. Yağmur yeni durmuş. Gün, bulutların ardından gülümseyen güneş ışığına dönüşmüş. Ve martılar seviniyor; hatta bayram ediyor gibi çığlık çığlığa; ne olursa olsun yaşamın ebediyet içinde eşsiz bir şey olduğunun bestesini çalıyor olmalılar…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder