12 Aralık 2024 Perşembe

MEÇHUL İNSAN GİBİ YLAŞAMAK

 


KENAN OFLAZ


ZİYA OSMAN SABA ve EŞİ

                              MEÇHUL İNSAN GİBİ YAŞAMAK!

   Bilgi, görgü seviyesi yüksek, kendine emek harcamış insanların kent sevgileri; destansı bir sevda masalı gibidir… Yaşadıkları yerlere olan insani borçlarını ödemek için bütün yaşamları boyunca didinip dururlar…

   Oysa bir şehri sadece otel gibi kullanan büyük çoğunluk için öyle mi? Şehir sevilecek bir yer mi ki? Bolca üzerine tükürmekten, onu kirletmekten, canını yakmaktan başka ne yapabilirler? Onlar ki, bu şehre kim bilir nelerini feda ederek gelmişler; kimi yakın köy ve kasabalardan, kimi ise çok uzak yerlerden…

   Tekirdağ basında uzun zamandır yazıyorum. Tıpkı meçhul insanlar gibi, yaşadığımız şehirde kaybolmuş bir halde, sadece bize ayrılan, sunulan imkânlar içinde, kök salmanın hissiyatıyla birlikte, diğer gelişmiş şehirlerden ne farkımız var? Niçin biz de onlar gibi değiliz? Duygularına, düşüncelerine bir cevap bulamamanın derin hüzünleriyle birlikte yoğruluyoruz…

  Tekirdağ’ı şüphesiz seven çok kişi var. Kendilerince çok sevdiklerine eminim. Sevgi denen şeyi niçin belli etmezler? Kısacık yaşamın şehir ile kurulacak bağları içinde bir esere dönüşecek hizmetlere, emeklere niçin uzak kalıyorlar; bunun cevabını bulamadım…

   Doğduğu ve yaşadığı şehirle neredeyse ruhsal ve fiziksel bir bütünlük sağlayan şairlerimizden birisi de Ziya Osman Saba’dır. Şehir sevgisini üst seviyeye çıkaranların ortak davranışlarından birisi de, yaşadıkları şehirde, kaybolmuş bir halde ömür sürerler. Onların seslerinde, bakışlarında, karakterlerinde bir kabalık, hak yeme, üstünlük kurma diye bir şey yoktur. Tam aksine duruşlarındaki asude-dinginlik, pazarda hiçbir ticari yerde satılmayan cinsten bir garip ve gizemli mutluluktur…

   Onlar, yaşadıkları şehrin kaldırımlarına bile basarken çekinerek adım atarlar. Taşlara, şehre kök salmış anılara bir zarar veririm diye, ulvi bir titizlik içinde yaşarlar.

  Ziya Osman Saba, İstanbul sevgisini nefes almak şiiriyle anlatıyor;

“Nefes almak, her sabah uyanık.

 Ağaran güne penceren açık.

 Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında.

  Üstünde gökyüzü, ufuklara karşı.

  Senin her yer; Caddeler, meydan, çarşı…

  Kardeşim, nefes alıyorsun ya! “

    Acaba Tekirdağ’ı sevenler, bu şehri anlatan bir nesir, bir şiir, bir resim, heykel üretip onu gelecek kuşaklar için, düşecekleri boşlukta kavrayacak sıcak bir el niyetine, bir esere dönüştüre bilme cesareti gösterdiler mi?

   Tanıdığım iki isim; Av.İzzet Güneş GÜRSELER ve Kenan OFLAZ böyle bir yolun yolcusu olduklarını biliyor ve görüyorum. Şehrin doğasını, tarihini, mimarisini her fırsatta nasıl korur, sahiplenir ve yaşadığım bu şehre nasıl bir değer ve katkı veririm uğraşları içinde geçirdikleri koca bir ömrün içindeler…

   Onlara daha da uzun ömürler dilemeyi, şehir ZENGİNLİĞİ ve KÜLTÜRÜ için borç biliyorum…

    İnsanın en bol olduğu şehir zamanlarını yaşıyoruz. Ama tüketimin, şehir kültür ve tarihlerinin de en çok yıkıma, kayba uğradığı zamanlara şahitlik yapıyoruz. Anıları, şehir bağlarını bir yerde tutan mekânları yaşatmak yerine bir gecede yok edebiliyoruz. Doğamızı da öyle, hor kullandık…

   Yine sözü ve sazı Ziya Osman Saba’ya minnetle bırakıyorum;

“Taşında otlar biten şu sokakta yürümek.

 Bir bahçe duvarının kokulu gölgesinden.

 Uzakta, mektepteyken okuduğumuz şarkı,

 Su içmek o tasasız günle.

 Akşamlar iner ‘kaymak yoğurt’çularla

 Kaldırımlar benim için gölgelenirdi.

 Saatler ilerler bozacılarla,

 Derken bir komşu seslenirdi.

  Pencerelerimizden… “

Güven SERİN 




Hiç yorum yok: