ANNELERİNİ BEKLEYEN
KUZULAR
Her yer Ege ve o meşhur dağlar, tepeler…
Zeytinliklerin ucu-bucu yok gibi… Dağlara yayılmış taşlar, bir film setinden,
bir başka gezegenin bir köşesinden düşmüşler gibi; her yer Ege ve öyküler, mitlerle
dopdolu…
Zeytin ve üzüm, medeniyetleri var eden, ötelere taşıyan iki meyve… Yanlarına küçükbaş hayvanları da eklerseniz; alın size uygarlıkların en iz bırakan hikâyeleri…
İda-Kaz Dağları geride kalmış, çok önceleri yürüdüğüm Sarı Kız tepesini belli belirsiz göründü. Belki bir gün yine yürürüm o çam kokan dağların tepelerini, vadilerini diye ümit ettim.
İda-Kaz Dağları’nın belli noktasından izlemiş Truva Savaşı haykırışlarını Zeus. Kim bilir hangi gururu da yanında yücelterek baktı, uygarlıkların en güzellerinden birisinin yakılıp yıkılmasına…
Çanakkale Ezine sınırları içinde dağların eteklerinden geriye kalan tepelere yaklaştık. Kuzuları olan ağılları bir bir geçerken yola yakın olanlardan birisinin karşısında durduk. Mutlu, sağlıklı kuzular, tepelerden ağıla yaklaşan annelerinin kokularını almışlar, kuzey doğu yönüne doğru bakıyorlardı. Sanki bir fotoğrafın, bir resmin parçası gibiydiler; öylesine donmuş, sessiz bir bekleyiş derken, yaklaşan annelerinin sıcacık memelerinden akacak sütleri daha iyi hissettiler ki, ses çıkarmaya, büyük koronun bir parçası olarak, henüz başlayan geceyi inletmeye başladılar.
Kuzuların ağıllarının kokuları yayılıyordu etrafa. Küspe kokan ağılların, Ezine, Çanakkale peynirine marka olma onurunu yaşatan ağılların üreme, üretim kokuları her yana yayılıyordu.
Kuzuların sesleri de öyle… Tıpkı, biraz sonra başlayacak karanlık gibi; döngünün o muhteşem eşsiz gezegeni dönecek bir kez daha kendi etrafında; 4,7 milyar yıldır döndüğü gibi…
Kuzuların anneleri de telaşlıydı. Çan sesleri de bu telaşı destekliyor, boşluğa mistik sesler, çağrılar yayılıyordu. Bütün gün Ezine kırlarında yedikleri şifalı otları süte çevirmiş ve bu sütlerin karşılığı olan canlara ait yavrularının onları bekleyen iradesini, seslerini, nefeslerini duymuşlardı.
İlginç bir görüntü içinde izliyordum aç olan ama tok gözlü görünen o güzel, sevimli kuzuları. Kuzu şiş yeğince övünen, damağındaki tada; övgüler düzen insanoğlu evladı olarak; sevdiğimiz canlıları, nefret ettiğimiz yamyamlık trajedisine yakın bir şekilde, beslenme kültürüne çevirmiş olmanın garip hissiyatı içinde; annelerini bekleyen, bir kez sarılsanız doyamayacağınız yumuşak yünlere sahip o kuzuları seyrettim…
İnsanın bitmeyen çelişkileri, sürekli peşinde koştuğu erdemleri, sonsuz boşluğun karşısında kendini korumak için sarılmış olduğu inançları, destansı bir evrim içinde sürekli bir şeyleri deneyerek, kendini uzay boşluğuna savuracak günü beklemesi; sırlarla dolu olan kâinatın belki de yaşam dolu gezegenin en önemli gizemlerinden birisidir…
İnsanı farklı kılan nice değerler, kavramlar yaratmışız… Ama hep insanın kendi yontusu içinde kendi eseri dediği yaşama hizmet anlayışı içinde; garip bir kültür…Mide emir verince her şey birbirine karışıyor…
Kınalı kuzum diyerek, ellerine kına yakılarak savaşlara yollanılan genç delikanlılar, kınalı kuzuların özlemiyle yanan analar, hepsi iç içe girmiş insan duygularını birbirine eklemekte zorlandığım kavramlar…
Bir yanda kuzu şişin dayanılmaz çağrısı, bir yanda da annelerini bekleyen kuzuların eşsiz bir görüntü içinde, muhteşem ve sanki dokunulmaz bir kutsiyet içinde gezegenimize saf bir şeyler ekmesi…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder