Pallum Çavuş
KAHVE KÖŞESİNDE FAZİLETLİ BİR İNSAN
( Yabancı )
Ne değerli bir
sözdür; “ Para ile imanın kimde olduğu belli olmaz” Akıp gelir geçmiş
zamanların içinden; bu zamana kadar uzanır; kucaklar insanı insanlığın hatırına…
Para ve imanın anlatımı karşıtı gibi gerçek sevginin, asaletin kimde olacağı da
en kritik zamanlarda, belki de en dibe vurmuş zamanlarda belli olur…
Bilirsiniz, her şey
yolunda giderken bir sürü kuru, içi boş “ Hal-hatır” sormalar olur. Ya,
şartların değiştiği, kayıpların arttığı, bulanıklığın çoğalıp, ağırlıkların
çöktüğü zamanlar? Erdem, dik duruş, sağduyu, yüksek karakter tam da bu zamanda
belli eder kendini; usulca; pis gururdan arınmış, korkunç batıklık kokan çalım
atmalar-dan sıyrılmış bir şekilde…
Akçeşme’de sıradan
bir gece vaktinde Sabuncu çayhanesinde tanıdıklarla birlikte sohbet etmekteydim.
Yaşar, huzur içerisinde bulmacasını çözmekle meşguldü. Erdal Sabuncu,
müşterilerine çay getiriyorken, ayaküstü hal hatır sormanın becerisi içerisindeydi.
Ahmet Sabuncu, yeni yitirdiği eşinin acısını, kadersel bir destan içerisinde taşıma
gayretinde selam verip geçti kendi masasına.
Biraz ötemde, sobaya
yakın olan yerde Yakup oturuyordu. Hani, şairin dizelerinde dile getirdiği
Yakup;
“ Daha hiç
çağırılmadım
Biri olsun ‘Yakup!’ diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım”
Masada oturan
arkadaşlara çay söylerken yaşamı boyunca bir kez “ Yakup” diye seslenilmemiş
kendi halinde tüm masumiyetini koruyan Yakup’a da bir çay söyledim. Ve ilk kez konuştum,
yaşamı boyunca seslenilmemiş Yakup ile. Tane tane, çocuk mahcubiyetinde ve
biraz bekledikten, belki de lafını demleyip mayaladıktan sonra konuşuyor, cevap
veriyor; dosdoğru, apaçık…
Boyu bir seksen,
yaşı yetmişe yaklaşmış birisi girdi kahvehaneden içeriye. Bir yıldan beri
akşamları gidip geliyormuş Erdal Sabuncu’nun kış günleri sıcak olan
kahvehanesine. İsmi,”Yabancı” olarak çağrılıyordu. Nereli olduğunu kimse
sormamış; birkaç Türkçe sözcükten başka bir şey bilmeyen yabancı küçük masaya,
sobanın kuzey kısmına oturdu.
Göz göze geldik
yabancı denilen kişiyle. Sonradan masamıza davet edince öğrendik isminin Pallum
Çavuş olduğunu. Müslüman Arnavut vatandaşıydı. Hangi suçu işledi bilinmez, iki
yıldır açık cezaevinde cezasını çekmekteymiş. Covit–19 yüzünden onun gibi mahkûmlara
izin verilmiş. Ellerinden pasaportları alınmış, dışarıda olun, içerisi
yeterince kalabalık deyip salınıverirmişler Tekirdağ şehrinin içine.
Pallum ile göz göze
geldiğimde gürdüm ruhundan dışa vuran erdemine. Suçu ne olursa olsun,
bakışlarında en masum çocuğun bakışı, en soğuk güne dokunan güneşin aydınlığı vardı.
Yakup ile birlikte ona da çay söyledik. Derdini, kıt olan Türkçesi ile anlamaya
çalıştık.
Gördük ki Arnavutluk’ta
kimsesi yokmuş. Ne arayanı ne de soranı vardı, Türkiye’de, Tekirdağ’da yarı açık
cezaevinde cezasını çekerken. Şimdi dışarıdaydı; kaderiyle, daha önce
yüzleştiği gibi kim bilir kaç yüzleşmenin içerisinde, malı mülkü yerinde, banka
hesapları sağlam olanların bile yüzündeki huzurdan daha büyük, daha insanca bir
huzur içinde çaresizliğini anlatırken bile fazileti haykırıyordu…
Sevilalı Keşiş,
sığındığı mağarasının duvarına şu sözleri kazımış;
“ Öyle bir tapınak inşa edelim ki,
bizi deli sansınlar!”
Arnavut Pallum, öyle
bir tapınak inşa etmişti ki, bir lirası yokken cebinde, yaşamın içinde kalmak
için günü camilerin yakınında, yardımseverlerin kıymetli tercihlerinde
zorluyordu insanın insanlık yolculuğunu. Eline geçen birkaç lirayı, yine
çevresinde gördüğü garibanlara dağıtıyormuş, onu yakından tanıyıp bilen; “Bu adam çok iyi bir insan; bana kötü deyin
ona demeyin!” diyen büfecinin tanıklığını da dinledim birkaç gün sonra…
Ne anlatmak istiyordu
filozof Augustinus;
“ Cahilliğim yüzünden bu
sorular akılımı iyice karıştırıyordu, hakikatten uzaklaştıkça hakikate
eridiğimi sanıyordum. Çünkü bilmiyordum ki kötülük yoktur, kötülük denen şey
sadece hiçbir iyi kalmayıncaya kadar iyilikten mahrum kalmaktır.”
Güven SERİN
2 yorum:
Ne hayatlar, ne hikâyeler...
Fazlasıyla,gökteki yıldızlar kadar çok; teşekkürler..
Yorum Gönder