22 Nisan 2020 Çarşamba

ÖLÜ,BAZEN TÜKENMEZ BİR HAZİNEDİR



Fotoğraf; Ahmet Süheyl Ünver
Tıp Tarihi


                 ÖLÜ, BAZEN NE TÜKENMEZ HAZİNEDİR, YARABBİ!


 


     Ölüme dair ne çok şey varsa, ölene dair de o kadar çok şeyler vardır. Ölümle birlikte bütün savaşın bittiğini sanır,”Ölümlü “olduğumuzun değerli hatırına birkaç saatliğine geri çekilir: Peygamber duruşu, görgü ve bilgisi içinde büyük bir insan duruşu içinde, ölümün ölümcül haline bakarken, yaşamın içinde kaldığımız için bıyık altı tebessümü içinde yine ve yine; “YARITANRI” kılığında büyük laflardan öte büyük yorumlar yaparız…

  Reşat Nuri Güntekin’in Miskinler Tekkesi, insana dair çok şeyi anlatıyorken, bir ölünün, insana sunduğu hazineyi de bir güzel gün yüzüne çıkartıyor. Mezarlıklar, ölüm törenleri adına herkesin bir sürü hatırası vardır. Oradaki insan manzaraları neredeyse hiçbir yerde yoktur… Bir süreliğine savaşa ara vermiş, artık dünya malının dünyada kalacağına ”GÜYA!” inanmış insanların ulvi konuşmaları duyunca “Nutku Tutulan” insana dönersiniz.

  Yıllar önce hiç aklımdan çıkmayan çok önemli bir cenaze töreninin merkezindeydim. Ne yapacağımı bilmez bir halde, öteden beri saygı duyduğum ölüme en derin saygı ve sevgilerimi sessizce sunmak isterken; eş dost beni rahat bırakmak gibi niyetleri olmadığını her fırsatta; beni uyararak yaptılar; “ Bak, filanca geldi; git karşıla!” Bu filancalar içinde; dönemin Valisi, Kaymakamı, Milletvekilleri, Ağaları, Beyleri, tanıdığım tanımadığı bir sürü insan vardı. Küçük bir kıyamet toplantısı gibi bir şeydi…

  Ölenin ailesinden başka en derin acıyı yaşayan bir ihtiyar hafızama derin bir iz bırakacak bir sarılış içinde boynuma sarılıp ölenin kendisini çok sevdiğini, onu bir oğul gibi sevdiğini söyleyerek beni bir kez daha şaşkınlığa uğratmıştı.

  Mezarlık, çelenkler sayesinde çiçek bahçesine dönmüştü; yüzlerce “ÖLÜM MESAJI” Herkes ölümün kendisiyle bir kez daha yüzleşiyor, ölenin çok genç yaşta öldüğü üzerine bildik tanıdık konuşmaları yapıyordu.

  Aynı ailede dört ay sonra başka bir “Ölüm Töreni” ne katıldım. Bu sefer dört ay önce ölenin oğlu; 33 yaşında, bize ait ölümsüz yaşamdan ayrılmıştı. Dört ay önce dopdolu olan cenaze evi, şimdi dört ay öncesinin yarısını bile doldurmayan cılız, küçük bir kalabalık tarafından doldurulmuştu. Ölünün ardından ağlayanlar; yine ölünün çok yakını olan ailesinden başkaları değildi… Üstelik mezarlıkta çelenge dair hiçbir şeycikler de yoktu…

  Edebi bir İÇ çekiş içinde bütün olanları, bitenleri en küçük kırıntısına kadar gözlemliyor, yaşamla ölüm arasındaki incecik çizginin içinde yazan, düşünen bir insan olmanın kuytu ve güvenli limanına sığındım…

  Aynı ailenin iki ferdi; baba ve oğul dört ay gibi kısa sürede uğurlamış artlarından ne çok hüzün gösterisi yapılmıştı. Kimisi birkaç saat; yaz yağmuru kadar, kimisi birkaç gün sürdü. Ve sonra, ölülerin ardında bıraktığı borçlar yüzünden 150 yıllık bir ailenin talan edilmesi, yağmalanması; kanunlara uygun bir şekilde; herkesin bilip bilmediği, duymadığı; körlük ve sağırlık aynı zamanda koca bir bencillik içinde gerçekleşti.

  Bütün bunları nereden biliyorsun? Düşünceleri içine girmiş olanlar varsa; tıpkı Haldun Taner gibi edebi bir itirafı siz değerli okuyucular ile paylaşmak adına; ölen bu kimseler; benim babamla kardeşimdi; oradan biliyorum…

   Gelelim ölülerin; cenaze arkasında yürüyenlerin hissiyatına. Bütün hırslardan temizlendikleri zamanlardır. Günahsızlığa, ağırlıksızlığa ulaşırlar. Sükûnetin keyfini çıkartarak, servilerin uğultuları ve baskın kokuları arasında yepyeni insan olurlar. Bu süre ne kadardır? O gün dahi bitebilir; günahlarına, hırslarına, gafletlerine kaldıkları yerden; daha cenaze dönüşü dahi başlayabilirler…

  Vaktiyle bir bin başı ölmüştür. Reşat Nuri Güntekin o zaman küçük bir çocuktur. Büyükannesi O’nu alıp cenaze evine götürmüştür. Binbaşı’nı ihtiyar kalfası, karısı ve kızı Reşat Nuri Güntekin’in büyükannesini görünce ağlamaya, bağırmaya başlamışlar;

“ Ne olacak halimiz? Kapıdaki çifter çifter askerler gitti! Tayın ekmekler gitti;tayın yağları gitti!..” Esas giden binbaşı olduğu halde, kimse ondan söz etmiyordu… Ölüm böyle bir şey; yaşama dair ne büyük bir buluş ve hizmet ettiğini ölmeden önce kavrayıp ona göre bir parça özümseme, takdir ve tedbir içinde yaşama sanatına hizmet etmek gereklidir diye düşünüyorum.


Güven SERİN    

Hiç yorum yok: