13 Mayıs 2023 Cumartesi

YAŞAMIYORUZ Kİ İHTİYARLAYALIM!

 

İnternet

                         YAŞAMIYORUZ Kİ İHTİYARLAYALIM!

  Çoktandır görmediğim kendisi söylemese dışarıdan bakınca 60–65 yaş gösteren,80 yaşını geçen tanıdığım atölyeye uğradı. Bilirsiniz, sevdiğimiz insanlarla bildik sözcükleri söylemeyi severiz. Ben de Mehmet Bey’e onu görür görmez;

“Mehmet Bey! Maşallahınız var! Hiç ihtiyarlamıyorsun!” sözünü söyledikten sonra Mehmet Bey; “ Çayları seslen bakalım, ihtiyarlık üzerine sana bir fıkra anlatacağım.”

  Çaylar söylendi. Aydın Bey’in iyi dem salmış çayları yudumlanırken Mehmet Bey başladı anlatmaya:

—Vaktiyle nüktedanlığı ile bilinen, tanınan bir Ermeni’yi arkadaşı görünce:

-Artin ağa! Maşallah, hiç ihtiyarlamıyorsun? Dedikten sonra hiç yaşlanmadığı söylenen Ermeni cevap vermiş:

—Yaşamıyoruz ki ihtiyarlayalım!

 Böyle açıklamaya ne cevap verilir. Durumdan şikâyet edenlere ah bire “ Nankör, haddini bilmez!” denen zamanlardan geçiyoruz. Bilimsel açıklama, inceleme, algılama yollarıyla değil, duygusal, siyasi davranışlarla karşı karşıya geldiğimiz günümüz insanı ağır yaşlanıyor gibi görünürken, erken ölümlerin haddi hesabı yok…

  Mehmet Bey’e genç kalmanın sırları nelerdir? Sorusu üzerine, çok mühim, belki de birçok insanın bilip de uygulamaya koyamadığı stresten söz etti. Sorunları büyütmeyip, birçoğunu da unutma gibi deneyimle yok ettiğini uzunca anlattı.

  Mehmet Bey konuştukça, seksen yaşını geçen cildinde en ufak bir kırışık dahi yokken, yeni izlediğim belgeseli, köstebek farelerinin uzun ömürlerini inceleyen bilim insanlarının sözlerini de hatırlamadan edemedim.

   Yerin altında yaşayan, yeryüzü diye bir şey bilmeyen köstebek fareleri otuz yıl yaşıyorlarmış. Diğer farelerin kısacık ömrü yanında muhteşem bir ömür! Sırları nelermiş acaba? Çıplak, çırılçıplak tüysüz bedenleriyle sosyal bir hayat sürmeleri ve en önemlisi stres denen şeyi bilmiyor, böyle bir uyarı sinir sistemleri yokmuş!

  Her şeyi ama her şeyi kendine dert edinen, hatta durumdan kendine vazife çıkartan insanlarımızın işsiz sıkıntılarına, o sıkıntıları sürekli büyütüp yaymaya çalışmalarına hiçbir şey yapamam! Fakat geçenlerde yolda gördüğüm, görgü ve bilisine güvendiğim eski bir tanıdık ile ayaküstü sohbetimizde ikide birde ağzının kaydığını görünce:

—Sana ne oldu?

—Sorma! Sürekli onu bunu, ötekini berikini tartışacağım diye, her şeyi kendime dert ettiğim için sağlığım bozuldu!

  Sözcükleri insan denen canlının ne kadar hassas olduğunu, gamsız dünyaları olanların da “Dünya yansa…” yolculuklarına devam edeceklerini bilsek de, Hoca Nasrettin’in “ Bu işin ortası yok mu?” sözcüklerini hatırlamayı, hatırlatmayı borç biliyorum…

  Gerçekler ortada. Geçim sıkıntısı çeken milyonlar var. Hastane kuyrukları, hapishane dolulukları, adliye sıkıntıları, dünya standartları gerisinde kalan gelirlerimiz; hepsi gerçek. Fakat bizlerin aldığı veya almadığı tedbirler de gerçek… Yaşamı, sadece şikâyet, yıkıcılık üzerine kurmak yerine, bir sürü olumsuzluk içinde bizim ürettiğimiz, yücelttiğimiz, yaşattığımız olumlu değer nedir?

  Uçak yolculuğu başlamadan önce hostesler başımıza gelecek olaylar karşısında bilgi verirler. Dünya standartları böyle! Kemer şöyle bağlanır, böyle çıkartılır! Oksijen sorunu yaşarsanız, ilk önce kendi maskenizi, sonra yanınızda varsa çocuğunuzun maskesini takın, diye uyarıları çok önemsiyorum.

   Kendimizi var etmek, yaşatmak, dik tutmak; irade, felsefe, edebi, ekonomik denge ve bilimsel düşünceyle tamam oluyor.

Güven SERİN 


Hiç yorum yok: