6 Haziran 2022 Pazartesi

NEYSE ve KEŞKE-LERLE GEÇEN ÖMÜRLER



İnternet

                               NEYSE ve KEŞKE-LERLE GEÇEN ÖMÜRLER

 

  Toplumumuzun slogan merakı, şairane düzeyi, kesik kesik, küçük küçük sözcükler, bağlaçlar, edatlarla gün yüzüne çıkıyor. Birkaç küfür, birkaç argo, birkaç özlü söz; alın sana dünyayı anlayacak kadar görgü, bilgi ve düşünce biçimi…

   Eskişehirli Fevzi Bey’in küçük oğluna ait teras katını gezdik. Oğlunun ticari amaçla oluşturduğu mekân ve teras katı, tam da deniz manzaralıydı. Etraf büyük çiçek saksılarıyla dopdoluydu. Bazıları dünyaya yeni gelmişler gibi kuru, kupkuru hayatlarından kurtulmuş, yemyeşil çığlıklar atmaktaydılar. Bazıları ise henüz sarıya çalan yapraklarından, cansız görüntülerinden kurtulamamışlardı…

  Fevzi Bey ziraat eğitimi almanın yanında uzun yıllar yöneticilik yapmıştı. Çiçekler konusu geçince durumu izah etti. Bir haftalığına Eskişehir'e gidince su döken olmamış, geldiğimde neredeyse tamamı kurumuştu.

—Kuruyan dalları ziraat okulunda öğrendiğim bilgilerim eşliğinde bir güzel budadım. Sonra?

—Gerektiği kadar sularını verdim. İşte bu canlı hale geldiler.

—Ya yaprakları henüz sarı olanlar?

—Onların da demir eksikleri var. Gerekli mineral takviyesini yapınca yemyeşil, capcanlı olacaklar…

  Görüyorsunuz ya, teras katında beş on saksıdaki bitkiler, bir hafta su verilmeyince, mineralleri eksik kalınca nasıl da yaşama küsüyorlar. Ya toplumu besleyen mineraller, sular kesilirse? Sararıp solmaz mı? Kuruyup yaşamdan kopmazlar mı?

   Geldiğimiz nokta da böyle bir şeyi anlatmıyor mu? Tanıdığım, çokça kulak misafiri olduğum kuru düşünceler böyle dolanıyor toplumun içinde; yaşayan ölüler görüntüsü, her an alev alacak veya alan bedenler içinde kol geziyor sıkıntılı yüzlerin saldırgan veya “Neyse” , “ Keşke” sözcüklerine sığınma avuntuları…

 Tanıdığım kişiye, âdemoğluna rastladım geçenlerde. Biraz yürüdük, dolaştık, konuştuk bir sürü olaydan söz ettik. Yine o bildik kaçamak, güvensiz haldeydi. Sadelikten söz ederken dahi geri planda kalmayı, fikrini bir başkası duyacak diye cılız, sessiz bir şekilde söylemeyi benimsemişti.

  Tanıdığın bu hali karşısında biraz vitesi arttırmak, onu bir parça hırpalamak istedim. Öyle ya “Dost acı söyler” düşüncesi de bize ait… Sıkıştırmaya başlayınca her zaman yaptığı şeyi yaptı; “ Savunma…”

   Kaçamak cevaplar verdikçe, sunduğu düşüncenin kararlılığını, bilimselliğini, gerçekliğini sorguladım. Derhal; “ Neyse…” diyerek bütün bariyerleri, tuzakları aştı; kaçtı, sözcük ülkesinden…

  Sesimizi yükseltmeden, birbirimize ağır sözcükler söylemeden farklı alanlarda yine farklı sosyal, kültürel sözcük oyunlarına girdik. Bu seferde filanca zaman yapamadığı, gidemedi, alamadığı şeyler için “ Keşke…” bağlacına bir güzel bağlandı; sığındı.

Düşüncenin bütün korkularından sıyrılmış halde “ Niçin bu kadar keşke ve neyse-lere sığınıyorsun?” deyince, sıkıştığını anladı.

—Seni almadan, gitmeden, düşünmeden kim men ediyor? Her şeyin tamam görünüyor sevgili arkadaşım. Boyun postun yerinde. Banka hesapların, mülkiyetlerin, kısacası bir sürü diploman ve bir sürü taşınmazın, milyonlar eden zenginliğin var. Niçin bu kadar KEŞKE ve NEYSE?

  Her an kopacak olan sınırda durdum. Taşıyabileceği sınır burasıydı. Cevap vermedi… Olumsuz da bakmadı. Bir şeylerin eksik olduğunu biliyordu bilmesine ama kendi yarattığı o muazzam korkular artık onun düşmanıydı.

  Üç kişilik topluluklar bile ürkütüyordu onu. Her şeyi sağlama aldıktan sonra adımlarını atmayı, keşke ve neyse bağlaçları, adeta onun kurtarıcısı haline gelmişti…

  O zaman son sözcükleri, tanıdık âdemoğlunun ifadeleriyle bitirelim;

“ Keşke, daha çok okusak… Gezsek… Görsek… Kafamızdaki olumsuzlukları sürekli tımar etsek… Ben egosundan ağır ve usul usul kurtulmaya kalksak…” Neyse, daha fazla başınızı ağrıtmayayım…

Güven SERİN 


Hiç yorum yok: