13 Mayıs 2022 Cuma

ORHAN KEMAL'İN BAŞINA GELİR BÖYLE ŞEYLER

 

İNTERNET

                        ORHAN KEMAL’İN BAŞINA GELİR BÖYLE ŞEYLER

 

   Orhan Kemal 1940’lı yıllarda olduğu gibi ölümünden dört yıl önce tekrar hapishaneye girer. Düşünce; yazarların, şairlerin, filozofların elinde daha da güçlü olduğu için korkutur iktidarda keyif çatanları…

   Orhan Kemal,1966 yılının 23 Mart gününün akşamüstü, hapishane revir-deki odanın karyolasından yazmaktadır mektubunu. Söze şöyle başlar;

 “ Sevgili Fikret” ,arkadaşı Fikret Otyam’a seslenir, sesi en kahraman, en kalıcı halde saklayan yazı-mektup diliyle…

  O günlerin çok önemli iletişim aleti transistörlü radyosu da yanındadır Orhan Kemal’in. Muzaffer Akgün’ün sesinden bir türkü yayılmaktadır hapishane revir odasından;

“ Gül koydum gül tasına “

  Kim bilir hangi duyguların yüceltip, kesip biçiyordu türkülerin dolduğu revir odasında, düşünce sofrasında evrensel bir iştah ile oturmuş yazar için…

  Yazmış olduğu mektubunun ana konusu, o günlerde haftalık yayınlanan YÖN dergisinde Fikret Otyam’ın yazısı çıkmıştı. Orhan Kemal’in ona yazdığı mektuplardan hazırladığı özetler yapıp yoğurduğu bir çalışma.

  Kendi mektuplarının karşısında duygulandığını söylüyor Orhan Kemal. Belki, bir akşamüstü hapisliğe başkaldıran zihninin zamanlar ötesi dinginlik vaktinde şöyle devam eder mektubuna;

  “Tuhaf, unutmuşum onları. Hani günün birinde kitap halinde çıkmasını merakla bekleyeceğim. Yer yer kendi halim, içime dokundu, taştım ama asla kırgın; karamsar değilim.’Orhan Kemal’in başına gelir böyle şeyler.”

  Bilinen en hakiki gerçeklerden birisidir; yazara, şaire vurulan pranga, filozofun sözünü ettiği felsefe gibidir;

  “ Beni öldürmeyen acı, güçlendirir”

  Namık Kemal’in birçok eserini Magusa-Kıbrıs zindanında yazdığını biliyoruz. Cervantes’in Don Kişot’u da öyle, Kafka’nın kendi ruhsal hapishanesinde yarattığı eserler, Van Gogh’un, dehası da öyle bir hapishane içerisinde bilinen bütün kabukları kırmış, parçalamış, bildik insan zamanının, yargılarını, şartlarını yerle bir etmişlerdir…

  Orhan Kemal 1966 yılının Mart ayında hapishane revirinde, ölümünden dört yıl öncesinde yaşama ve sanata olan duygularının berrak seslenişini, mektup eliyle, Fikret Otyam’ın engin derin hünerli iradesine seslenmiştir;

“ Ne roman, ne hikâye, hatta ne de piyes… Düşünmüyorum bile. Malum, sanat çalışmaları için, şuuraltının ıvır zıvırla dolu olmaması lazım…

   Fakat bol boy uyuyorum. İçkiyi filan aradığımda yok. Ne de çeşitli uyku ilaçları… Haaa, cezaevini hiç yadırgamadım. Sanki 1943 yılının 26 Eylül günü Bursa Cezaevi'nden tahliye olamadım da, ceza hiç aralıksız gidiyor…”

   Durmadan üretmiş, büyük eserlerini; sıradanlığın, yerelliğin, özgün bakış açısıyla harmanlamış, düşünce imbiğinden geçirmiş bir insanın-yazarın seçimi, hissiyatı ölüm ve yaşam kadar berrak bir idealin sıradanlığı içerisinde: Orhan Kemal nehri, neredeyse yüz yıldır akıp gidiyor; kavuşacağı denizlerin de ötesine, okyanuslara doğru…

  Eşe Dosta Selam, eserini hazırlayan oğlu Işık Öğütçü’ye, içtenliğin selam ve sevgileriyle…

 Güven SERİN 

   


Hiç yorum yok: