4 Ağustos 2021 Çarşamba

DOĞANIN ÇIĞLIĞI

 

İnternet

                                             DOĞANIN ÇIĞLIĞI-(ÇIĞLIK)

              ( Küçük Bir Çocuğun Sessiz Çığlığı)

 

   Geçtiğimiz ekim ayından beri masamda duran kitaplardan birisidir; Sanatın Kısa Öyküsü isimli çalışma: İçinde kimlerin başyapıtları yok ki? (…)

  Birkaç gün önce çok küçük bir video izledim. Yeni çekilmiş; bir çocuğun doğum günü kutlamasını ailesi paylaşmış… Güzel bir pastanın yanında anneni ve komşuların da yaptıkları börek-çörek ve kurabiyelerle dolu bir masa ve pastanın üzerinde yanan mumları söndürmesi için teşvik edilen beş yaşlarında bir erkek çocuk. Yanında altı yaşlarında ablası olan bir kız çocuğu ve genç anne ile babanın dayanılmaz telaşı… Her iki çocukta da anne babasının telaşından eser yok; hissiyatları donmuş gibi…

   Sanki çocuk bütün olup bitenleri anlamış gibi, kameraya ne bir gülücük veriyor, ne de mumları söndürecek bir nefesi görüyordu kendinde. Tıpkı, Edvard Munch’ün meşhur ismiyle; “ Çığlık” isimli tablosundaki gibiydi çocuk; donmuş, kitlenmiş, doğallığı olmayan bir kutlamaya dâhil olmak, kameraya girmek istemiyor gibi; sessizliğin çığlığı yankılanıyordu.

  Genç anne de, baba da art niyetsiz, nice insanın kapıldığı serüvene kapılmış, onların da paylaşacakları bir video olsun diye inanılmaz heyecanlı ve neredeyse çocuğun yerine üfleyeceklerdi pasta üzerinde yanan mumları. Birkaç ailede konukları vardı bu heyecanlı anın paylaşımı adına.

  Hemen yakınlarında bir başka genç anne ve oğlu, iki üç yaşlarında olmalıydı. Karşılarındaki manzarayı izliyorlardı. Oraya hem dâhil, hem de dâhil değil gibiydiler; yaş günü kutlanan erkek çocuk ve yanındaki ablası gibi, sıra dışı mutluluk tablosunun içine süzülemiyorlardı…

   Niçin acaba?

   Bir parça tahmin yürütsek kime ne zararı olur? Üstelik bu manzaranın duygu yükü o kadar büyüktü ki, orada konuk bulunan genç anne ve onun iki yaşındaki oğlunun özenci, o mutlu tabloya katılmak için mumları üflüyor-muş gibi ağzını, dudaklarını ve yüreğini oynatması; sıradan basit bir kutlamanın ağlama törenine dönüştüğünü söylemek isterim.

   Bir yandan doğum günü kutlanan çocukların heyecansızlığı, bir yandan da oradaki konuk küçük çocuğun; “ Bende buradayım! Beni de fark edin! Bende üflemek istiyorum mumları!” demesini görmeden geçip giden genç anne ve baba…

  Çağımızın akıntısı o kadar büyük ki; kim bilir neleri kaçırıyoruz hemen önümüzden geçip giden yaşam nehrinin içinden… Oysa bize ait olan yaşam; BİRİCİK… Ve hiç kimse vazgeçilmez değil… Kalıcı da değil… Tam olarak, görmediklerimiz de gizlenen bir yaşam, bir heyecan, bir coşku var da niçin göremiyoruz? Bu telaş niye? ( …)

  Genç annenin ve babanın telaşı daha az, deneyimi daha fazla olsaydı, orada bulunan o küçük masum; iki yaşındaki erkek çocuğu da kendi çocukların arasına bir davet edebilseler, bir de onu sarmalaya bilselerdi, yapaylığın o yüce havası kim bilir nasıl dağılır, evrenin nazik ve çocuk çığlıkları duyulurdu…

  Edvard Nunch’in Çığlık ( Doğanın Çığlığı ) isimli tablosu gibi birkaç çalışması olmuş. Dostları ona şu soruyu sormuşlar;

  “ Bu resmi-eseri yaparken neler hissettin?” Sanatçı o günkü ruh âlemini şöyle yorumlamış;

“ Yolda iki arkadaşımla yürüyordum, güneş batıyordu, birden bire gökyüzü kan kırmızısına büründü; kendimi tükenmiş hissettim. Durdum ve yakında bulunan parmaklıklara yaslandım. Arkadaşlar yürümeye devam ettiler. Ben, korku içinde tir tir titreyerek kala kaldım, doğanın içinden geçen sonsuz çığlığı içimde hissettim…”

  Tam da burada şunu söyleyerek yazıma son vermek isterim. Genç anne ve babanın art niyetsiz ve deneyimsiz; sosyoloji ve psikolojiden uzak törenlerini izlerken, mutluluk heyecanı yaşamayan çocukları ve oradaki misafir küçük çocuğun içindeki katılım, paylaşım heyecanını izlerken; Munch’un hissettiği SONSUZ ÇIĞLIĞI hissettim dersem yalan olmaz…

  Yoğrulmanın, dönüşümün, değişimin peşinde koşanların yazgısıdır bu çığlıkları hissetmek; kaçamaz, kaçınılmaz…

 Güven SERİN 

 


Hiç yorum yok: