29 Temmuz 2021 Perşembe

CAMDAKİ KIZ

 

İnternet

                                          CAMDAKİ KIZ

 

  Bir işim nedeniyle Yavuz Mahallesi’nden dönüyordum Ertuğrul Mahallesi yönüne doğru. İç içe geçmiş evlerin yeşil denen şeyleri camlardaki saksılardan ibaretti. Çocukların oynayacağı alanlar ancak kapı önleri…

  Düşününce insan kendi çocukluğunu, uzanınca birkaç dönüm bahçeli evden hemen yakınındaki uçsuz bucaksız kırlara, yürüyünce “Yama” denen yüksek tepeye, duyunca meşelerin kokularını, bakınca Paşaköy ovasından çok ötelere, duyumsarsın Balkanlardan gelen soğuk, sıcak ve serin bütün havaları…

  Yavuz Mahallesi’nin en sıkışık sokaklarından geçerken gördüm camdaki o küçük kızı. Bembeyaz yüzü ve bakışı vardı. Yaşı,6–7 civarı olmalıydı. Yarı bodrum sayılan evlerinin camından bakıyordu sokaktan geçenlere. O an bir ben geçiyordum sokaklarından.

   İster istemez Nazım’ın Karlı Kayın Ormanı şiirine uzandım;

 “ Ben oradan geçerken biri/ ‘Amca dese gir içeri’ Girip selamlasam hane içindekileri.”  

   Sokağın tek hareketi ben olduğum için yüz yüze geldik. Bakışında, ne çok şeyler gördüm; o birkaç saniyelik çocuk bakışta; kör beton ormanlara sıkışmış, Kırmızı Başlıklı kızın, kötü kurttan kurtulma çabalarını ve sessiz çığlıklarını bile…

  Kız çocuğu belki de her gün baktığı gibi bakıyordu; ağaçları, çiçekleri, kuşları olmayan sokağına. Niçin; o, ak bakışta derin hüznü, altın kafese kapatılmış bülbülü gördüm? Neden ezildi içimin içi; vurgun yiyen dalgıçların derinlik ezilmesi gibi…

  Duyar gibi oldum bir şarkıyı-seslenişi;

“ Şekerler ezeyim şirin dillere

Kâtip arzuhalım yaz yâre böyle

Güzelim emey,birtanem emey,güzelim emey hey.”

  Gönlüm yaslı ayrıldım, yeşili, kuşları ve oyun oynayan çocukları olmayan o dar sokaktan. Hiçbir mimari özellik taşımayan, öyküsü bile olmayan, şiire, romana, resme, heykele dönüşmeyecek olan sokağın yarı bodrum katı olan evin camından bakan ak yüzlü çocuğun bakışlarıyla birlikte ayrıldım…

  Durup ona bir merhaba demeyi, bir anının fotoğrafını çekmeyi o kadar çok istedim ki; o kadar olur…

  Duramadım, bunca eziyetin, suçun işlendiği, küçük kızların büyük eller tarafından horlandığı bu soylu, garip dünyanın bir ferdi olarak, onca düşünceyi üreten bir insan kılığında, zavallı bir korkağın ihtişamı içinde yürüdüm ayrıldım; Yavuz Mahallesinin ak yüzlü çocuğunun bakışlarıyla birlikte…

  Bu hüznü, bu yası ancak edebi dünyanın söz sanatıyla teselli edebilme gayretiyle sarıldım kaleme kâğıda, dokundum bilgisayarın tuşlarına; Sait Faik gibi, yaşamak için mi yazıyorum, yoksa yaşamak için mi yazıyorum; bilemeden yazdım, CAMDAKİ KÜÇÜK KIZI;

Seni satmam çocuğum

Dörtyüz bin tekliğe,

Ne güzel kaşların var

Ne güzel bileklerin

Hele ne ellerin var, ne ellerin.”

Güven SERİN 


Hiç yorum yok: