|
İNTERNET
|
KİRLENME KORKUSU GEÇERSE!
Çocukluğumdan kalan
bir anı; antik kentlerin, acılarından, sızılarından, kanlarından, kirlerinden
arınmış hali gibi, öylesine duruyor zihnimde…
İpsala'nın Çarşamba günü önemlidir. Halk
pazarının kurulduğu,22 köyün bir günlüğüne ihtiyaçları için bir araya geldiği
büyük eğlencedir çocuk yaşlarındaysanız. Sebzelerin, meyvelerin kokuları kadar
pazarcıların bağırışları, seslenişleri de iç içe geçer; markalı her canlı
adına…
Çocuk zamanlarda
“Bütçe” nedir bilmiyor insan. Hoş, iktisat okuduğum halde bugün tam olarak
bütçe istikrarı yakaladım da diyemem… Gelelim çocukluğumdan kalan anıya. Gün
Çarşamba günüydü. İpsala’da kurulan halk pazarına gitmeye karar verdim.
Babamdan bir miktar para aldım. Ev için alış-veriş yapacak, çok az kısmı ile
Arnavut kültürünü bize kadar taşıyan meşhur pastacıda dondurma yiyecektim;
güya!
Evdeki hesap çarşıya
uymadı. Sebze ve meyve almak yerine, savurgan ve haylaz her çocuğun yapacağı
şeyi yaptım; bana verilmemiş olan bir işe soyundum. Eski-püskü pantolonlar,
gömlekler satan bir seyyar pazarcının yere dökmüş olduğu pantolonlar dikkatimi çekmişti.
İstediği fiyat terzilerin dikeceği, dükkânlarda satılanların çok altındaydı.
Fakat ikinci el eski bir pantolon almak için bana para verilmemişti. Elimdeki
para kısıtlıydı. Kahve renkli ve bol bir pantolon gözüme ilişti. Elimdeki
paranın neredeyse büyük bir kısmını pantolona verip onu satın aldım. Ev için
ise zar-zor birkaç kilo meyve aldıktan sonra eve geri döndüm.
Bu alışverişin
sonunu tam hatırlamıyorum ama babamdan güzel bir azar yedim. Olsun… Bir
pantolonum olmuştu ya; gerisi haylaz bir çocuk için olsa olsa bir serüven olur…
Pantolon bana büyük, bol gelse bile beni en çok mutlu eden şey; onun kirlenmesinden,
yırtılmasından korkmuyordum. Sanki bedavaya almış, sanki ona bir şey olursa ne annemin,
ne babamın kızmayacağı bir hürriyet hali yaşadım o bol, büyük kahverengi
pantolonu giyince.
Pantolonu giyer
giymez evimize en yakın olan kırlık alana; bayır denen yere gittim. Etraf,
sadece baharat kokularıyla şenlenmemişti o günün bol olan insanlar da kırlar-daydı.
Buğdaylar çoktan biçilmiş, bostanlar olmuş, ağaçlar meyve vermiş, susamlar
biçilip demetler haline getirilmiş, çırakmanlar kurumaya günün ve güneşin
altına bırakılmıştı. Tıpkı biz çocuklar gibi; olgunlaşmak için kırlara,
güneşin, rüzgârın altına bırakılmıştık…
Oldukça sağlam, gür,yüksek
ve yaşlı bir meşenin yakınında oynayan mahalle arkadaşlarımın yanına
geldim.Yüzümdeki sevinç,ayağımdaki kahverengi bol pantolondan
ötürüydü.Korkmadan yerlere oturdum.Korkmadan yuvarlandım.Kirlenme korkusu
kalkınca ne kadar çok doğaya yakın oluyor insan! Oysa canlı olanın korkusu hep vardır.
Bittiği an savunmasız kalır…
O gün savunmam yoktu
giysiler adına. İkinci el aldığım o kahverengi pantolon sanki sihirli bir
giysiydi; özgürlüğü vermişti; orası, burası batmadan, kirlenmeden rahatça oynama,
etrafı hissetme hürriyeti…
Tekirdağ’da henüz
güneşin sokağa çökmediği serin saatlerde tanık oldum; kirlenme korkusunu yenen
genç kızın sokak içinde apartman girişindeki basamaklara, korkusuz oturuşuna.
Temizliği, kirliliği bir kenara bırakmış, rahatça oynuyordu akıllı görünen telefonuyla.
Aynı anda da konuşuyordu bir başka mesele adına; sanki kırlara çıkmış, kendini
tabiata teslim etmiş bir çocuk huzuru içindeydi…
Aykırı şair Rimbaud
ne diyordu dünyaya seslenişinde;
“ Ben işkence altında şarkı söyleyen ırktanım! Ben! Ben ki her türlü
ahlaktan muaf, müneccim ye da melek olduğumu söylerdim, toprağa ayakbastım,
arayacağım bir görev, kucaklayacağım kaba bir gerçeklik var.”
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder