4 Ağustos 2020 Salı

KİMSESİZLERİN KİMSESİ


İnternet





                                           KİMSESİZLERİN KİMSESİ


  Bir beyit duydum, kadim zamanlardan kalma; Bayburt Müftülüğü paylaşmış; Fatih Sultan Mehmet’e ait;

  “ Kimsesiz hiç kimse yok, herkesin var kimsesi.
Kimsesiz kaldım, yetiş hey kimsesizlerin kimsesi.”

  Yüce Yaratana sığınır nice “Kimsesiz “ insan. Yaşadıkları, yattıkları, yedikleri ve içtiklerini görünce; inanamazsınız ilk önce; burada insan yaşar mı, bu şekilde yaşanır mı? Diye düşünür ve hayatın akışı içerisinde düşüncenizle birlikte kaybolur gidersiniz…

  Tekirdağ Süleymanpaşa ilçemizde de nice kimsesizler yaşadı. Akrabası olduğu halde, bir sürü “ Malum” sebepten dolayı, yalnızlığa bırakılmış veya yalnızlığa yelken açmış insan; bizim gözümüzde “ İnsancık” öylesine yaşadılar. Sanki ağrısız, sızısız ve cansız bir halde; zamanla, mevsimlerle birlikte akıp gittiler.

  Halen yaşayanlar da var Süleymanpaşa’nın caddelerinde, sokaklarında; hiç kimseye şikâyet etmeyi bilmeden, yüce Yaratıcıya teslim olmuş, içgüdüleriyle; sanki bütün yükleri sırtlarından atmış; bizlere göre, sefil bir görüntü içinde, onlara göre; sınırsız özgürlüğün ağırlıksız yaşamı…

  Yakup da öyle birisi; görünürde kimsesizlerin kimsesine muhtaç! Bir ara, Dağlı Mehmet ile arkadaşlık yapıyorlardı. Sonra ne olduysa araları bozuldu; yalnızlığın engin denizlerine sadece kendine ait olmayı seçti. Bu seçim ve ilerleyen zaman; belini, boynunu daha da büktü. Bütün bunlara rağmen elinde bir poşet; içinde kim bilir neleri var. Kış günleri sıcak bir kahvehanenin köşesinde, kahvecinin insafına teslim olmuş bir içgüdü, hayvansal bir sokulma ile yazın sıcak güneşi içerisinde, kışlık kabanı üzerinde. Bağrı açık, boynu iyice bükük! Ayağının aksaması daha da artmış; belli ki bir sürü sorunu var.

  Yakup ne yapsın? Bunca insan, kendi malı-mülkü, iradesiyle yetinmeyip sürekli kavga ederken, sesini kime duyursun! Şairin; Edip Cansever’in Yakup’u gibi;

“ Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kez söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
Daha hiç ÇAĞRILMADIM!
Biri olsun “ Yakup “ diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki dönüp arkama bakayım
Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim”

  Bizim Yakup’a da hiç kimse “ Yakup “ demedi. Belki birkaç iyi insan-esnaf onu bir derviş sanıp veya kendince bir sevaba girme düşüncesiyle koruyup kolladı kendilerince… Ama ne kadar? Yakup’a; “ Yakup “ diye seslenmediğin sürece; içindeki durgun e çürük suları atmadığı, yıkanıp paklanmadığı sürece Yakup, Yakup olabilir mi?

  Kurumlarımız var Yakup gibi; boynu bükük, ayağı aksayanları, kimsesizlerin kimsesini arayanları kollamak, korumak adına. Ama yeterli mi? Bu kurumların ölçme-değerlendirmesi nasıl yapılır; bunca kimsesiz etrafta veya evinin kör kavuğunda yaşarken…

  Hüseyin de böyle kimsesizlerden birisi. Kasıklarındaki büyük-korkunç şişliği taşımaktan gocunma duygusunu çoktan kaybetmiş, kimsesizlerin kimsesi, onu da koruma kalkanı altına öyle almış; caddelerde, kendi kendine konuşarak dolaşma şekliyle… Bir de gülümsemesi var Hüseyin’in; sormayın; güllük-gülistanlık bir neşe içinde…

  Esnaf Şükrü de böyle insanlardan birisi; o da, kimsesizlerin kimsesini sesleniyor; hafızasını kâh kaybedip, kah bularak. Ona bırakılan yemeği, kedileri beslemek için kullanırken bile teslimiyetin saf haliyle bakıyor; günahsız, dermansız ve hafızasız…

  Bunca telaş, tüketin ve kargaşa içerisinde halen oturtulamayan kurum-kuruluş bilincimiz; eksik olan toplumsal vicdanımız; sadece görünce ACIYARAK bakmak; merhamet sahibi olduğumuzu göstermez. Yaşama; kimsesizlere dokunmak, onlar için kesin çözüm bulmak için her insanın yapacağı bir şey olmalı…

“ Ve kendine bilmeyenler yaratan Yakupum, ben, iyi ya
Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
Hep böyle istiyorum, ayıp değil ya! “

  İşte böyle dostlarım. Telaşımız çok büyük. Kargaşamız da öyle. Kapımızın biraz ötesinde, şehrimizin ana caddeleri, tenha yerlerinde; nice çağrılmayan Yakup, fark edilmeyen Hüseyin, yitik hafızası ile Esnaf Şükrüler; bizleri sınayan uçsuz evrenin yüce Yaratıcısı tarafından çoktan fark edilmiş de bizlerin cümbüşü, merhameti ve becerileri sınanıyor sanki…

“ Kimsesiz hiç kimse yok, herkesi var kimsesi
Kimsesiz kaldım, yetiş hey kimsesizlerin kimsesi”

Güven SERİN 


4 yorum:

Mehpare Öğüt Şengül dedi ki...

Merhabalar Güven bey,
Yazınızı okurken, bizim de aşina olduğumuz, çok temiz yüzlü, karakter sahibi olduğuna inandığım bir İbrahim amcamız var. Elinde baskül, bir okulun önünde para kazanmaya çalışır. Konuşması da düzgün bir insan ki görmüş geçirdiği de her halinden bellidir. Onu ne zaman görsem, geçmişte kim bilir nasıl da güzel bir yaşamı vardı diye düşünürüm. Belki de tam tersidir durum. Her ne olursan olsun yaşadığımız çevrede, ülkemizin her tarafından nice Yakup'lar, nice İbrahim'ler var yardıma ihtiyacı olan, sesini duyurmaya çalışan. Aslında acıyarak bakmak değil ama onların sesi olabilmek adına her birimize düşen görevler var bu yaşamda. Onların sesi olabilmek, kimsesizliğini paylaşabilmek bir nebze olsun. Çok teşekkürler ederim bu vesile ile belki de ben dahil bir çok okuyucuyu düşünmeye sevk ettiğiniz için. Kim bilir belki de sesi oluveririz Yakup'un ya da İbrahim'in... Sağlıklı günler dileğiyle

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkür ederim ,çok duyarlısın ve haklısın; Yakupları,İbrahimleri fark ettiğimiz an,belki de bir başka coşku,değer ve dönüşüm başlayacak; insanca ve evrensel kalp atışlarının sesiyle...

Zeugma dedi ki...

"Dayan be gönlüm! Biçare değilsin Yaradan sana yar. Kimsesiz değilsin, Yanında 'Kimsesizler Kimsesi' var." Mevlana'nın da vurguladığı "Kimsesizler Kimsesi" tamlaması hadsizlikte sınır tanınmayarak bir siyasi parti liderine atfedilmişti de ilk o geldi aklıma.

O kimsesizlerden çocukluğumda çok görmüştüm. Biri vardı ki yaz kış demeden abartısız en az 10 kat olan giysisiyle bankta yaşıyordu. Bu insanlarla birer ikişer kez ilgilenip karınlarını doyurmak çözüm olamıyor maalesef. Onları sahiplenip insanca bir yaşama kavuşturmak devlet eliyle gerçekleşmeli ve bu o kadar zor olmamalı (en azından bizim çabalarımız bu yönde olmalı) diye düşünüyorum. Farkındalık artıran bu güzel yazı için teşekkürler Güven Bey...

GÜVEN SERİN dedi ki...


Çok teşekkür ederim Zeugma; uçsuz evrenin,yaşam dolu gezegeni; ne çok konu,serüven,acı,hüzün,neşe barındırıyor.Sefil sandığımız nice insan yüksüz,muhteşem dediğimiz nicesi ise yükünün altında beli bükülmüş,ruhu büzülmüş; niceleri...