27 Temmuz 2020 Pazartesi

İNSAN,İNSAN OLMA EVRİMİNİ TAMAMLAYAMADI






                İNSAN, İNSAN OLMA EVRİMİNİ TAMAMLAYAMADI


      Kim bilir daha ne çok filozof, şair, yazar çıkacak; insanın komedisini, trajedisini ve kaybolmuşluğu içerisinden çıkacak olan kuşakların öyküsünü anlatacak… Israrla geliştirdiğimiz dilimiz ve sözcükler, anlatmak için icat edilen kavramlar; ne büyük buluşken ne korkunç yüke dönüştü; kimi bilerek, kimi bilmeden…

  Bir şair, insanlığın mı yoksa kendi ağıtını mı yakıyor bilinmez;

“ NİÇİN, eğer var oluş süresini geçirmekse konu / Bir defne yaprağı olarak, biraz daha koyu öbür yeşillerden / Küçük dalgalarıyla her yaprağın kenarındaki / ( Gülümsemesi sanki rüzgârın ) : niçin / İnsan olmak zorunluluğu ve niçin yazgıdan kaçarak / Yazgının özlemini çekmek? “

  Bunca büyük kavram, devasa hedef ve rekabet içerisinde eninde sonunda yazgının boyun eğdirdiği insandan geriye kalan toprak ve öyküler… Ağır ağabeylerin, ablaların ve nice kutsanmış öykünün imbiğinden çıkan, süzülen ve neredeyse 21.yüzyılın eşiğinde kendi yalnızlığınla yüzleşme aşamasına gelen yalnız insan… Üstelik yapayalnız; bir günde yüzlerce, binlerce videoyu, resmi, fotoğrafı; insana dair akışı izleyen insanın girdaba düşmüş bir hali var; olmasaydı bilim dünyası, gelmeseydi sanatçılar yeryüzüne…

  7 milyarlık büyük çoğunluğun biricik derdi; yaşamın içinde kendine düşen payı ve o paydan daha fazlasını ele geçirmekken, bir avuç bilim insanı, bir avuç sanatçı; kendi devinimi, öğretileri ve sezgileri içinde denemedik haykırış bırakmıyor. Niçin duyulmuyor? Niçin fark edilmiyor? Henüz hazır olmayan insan evrimi; kendi kavgasını, kayıp sıkıntıları; yaşamadan, yerini diğer kuşaklara bırakmadan değişimin öyküsü başlamayacak; belli…

  Sessiz Kuşak, X Kuşağı, Y derken; Z Kuşağı da sahneye geldi. Sessiz Kuşak ise çoktan sahneyi terk etti, üzerine düşen vazifeyi; üremeyi, neslin devamını fazlasıyla sağlayarak; ölen ve öldürülen savaş kurbanlarından daha çok çocuğu bırakarak geride…

  Ölenden daha fazla doğan, öldürülenlerden daha fazla yaşayan insan olunca, kendi çokluğu içerisinde kendi erdemini, kıymetini yaratamıyor. Niçin? Tamamlanamayan açlıkların, içgüdülerin öfkesi, ön yargısı, rezil bir gurur yüzünden…

  Oysa işe yarayan, faydalı olan insanın, insanlığa ait bir ortaklığı var. Üretmek; tüketenleri mutlu etmek… Geçmişe ait bir tanıklığın öyküsü; iki dayım ve babamın öyküsü. Babam, daha çok seveceği, daha neşeli, sıcakkanlı olanı değil de, yüzü daha az gülen, daha muhafazakâr olanı seviyordu. Neden? Mavi gözlü, daha sevecen olanın, sözüne sahip çıkmadığı gibi, aldığı borcu ödemekte zorlanması, unutmasıydı. Ya diğeri? Aklıyla çalışmaktan öte fedakârca çalışır, aldığı işi alın teri, iman kuvvetiyle yapardı. Oysa babamın seveceği olan diğeriydi; sözünde durmayı öğrenmiş, borçlarını ödemenin onurunu varmış olsaydı…

  Bir başka tanıdığım kişi; “ Doğu İnsanı” na, kendince öfke geliştirmiş, birçok bilinmez suçu onlara yüklemeyi alışkanlık haline getirmişti; çok önceleri. Çalıştığımız yer, kamu kuruluşuydu. Sözleşmeliydik o kurumda. Bir de kadrolu dedikleri çalışanlar, staj yapan gençler vardı. Kadrolu çalışan dediğimiz arkadaş iyiliğine iyi; hatta iyiliğin gözünü çıkartacak kadar iyiydi. Kendince önem verdiği insanı bayıltacak kadar özen gösterir, karşımızda bulunan doğu kökenli bir esnafa gitmemeleri için stajyer çocukları sürekli uyarırdı. Bizim söylemlerimiz, insana, insanlığa dair olsa da; bizler sözleşmeli ve sesini yeterince yükseltme-meliydik. Derken bu kadrolu arkadaşımız, kendisine müzik alete almak için İstanbul'a gitti. Geldiğinde,yanında zamanın en güzel org denen müzik aleti de vardı.Bizimkisi bir memnun ki sormayın; satın aldığı kişi doğulu bir esnafmış.Ama çok iyi,çok güzel bir insanmış.O kadar memnun kalmış ki; bir daha İstanbul'a giderken ona Tekirdağ rakısı getirecekmiş… (Müzik aletini ucuza almanın sevinci, tutunduğu kavramı da yerle bir ediyor.)

  Görüyorsunuz ki; insan, kendi yarattığı kavramları kendisi bir güzel çiğner ve bir başka yardımcı kavramlarla savunmaya geçer. Oysa yaşam pratik olandan beslenir. İnsanları, sosyolojik, psikolojik, kültürel, politik gözle değerlendirmeden beslenen yaşam ise tadına doyulmayacak kadar insan; insanlık kokar. Neden sorusuna; cevap arar ve bulursunuz.

  Bu insan niçin kötü? Niçin suç işler? Veya kötülüğün tam olarak tarifi, matematiksel formülü nedir? Yüklendiğimiz yükler o kadar çok ki; her an birine kızma, öfkelenme hakkını kendimizde görüyoruz. Politik öncülerin koltuğu, oyunları o kadar işlek ki, her an taraf, yön ve anlam değişebiliyor. Yani bildik bir sürü yüce sözcük-hissediş ve ilke; çağlar öncesinin kıt'aları gibi yer değiştiriyor…

  Neredeyse bütün dünyada, özellikle sırtını belli söylemlere dayamış siyasetçilerde bir kaygı başladı. Sahneye çıkmış olan ve hızla gündeme dokunma yarışında olan Y ile Z Kuşağının ne zaman ne yapacağı belli olmadığı, çarçabuk boyun eğ-dirilemediği için bir telaş ki sormayın… Bir de ALFA kuşağı denen bir kuşak doğacak yakınlarda.Belki de doğmaya başladı bile…

  İnsan, insan olma evrimini tamamlayamamış olabilir ama geride bıraktığı yığınla tarih var. Savaşın, korkunun, kıyametin, hastalıkların tarihi; üstelik çoğu, güne; bugüne süzülüyor; patlamış yanardağların sıcak külleri gibi bir başka yakıcılığı haber veriyor…

  Susayım ve usulca sözü şaire; Rainer Maria Rilke’ye veriyim. Ağıtının bir bölümünü varsın burada da söylesin;

“ Bir kez için, her şey, yalnızca bir kez için. Bir kez için, hepsi bu./Ve bizler de bir kez için. Bir ikinci yok hiçbir zaman./Fakat bir kez var olmuş olmak, yalnız bir kez bile olsa: / Yeryüzünde var olmuş olmak, yadsınamaz görünüyor.”

Güven SERİN 








4 yorum:

Zeugma dedi ki...

İnsan ayrıştırmak hiç iyi bir şey değil. ''Doğulu'' diye etiketleyip kötü damgası vurmak da neyin nesi? Sanırım ırkçılık gibi bir kökene dayanıyor bu. Bence tam tersi. Geçen yıl Güneydoğu Anadolu insanını yakından tanıyıp öyle sevdik ki. Yine yeniden gidesim, oralarda daha fazla zaman geçirip insanlarını tanıyasım var. İlişkilerde menfaat ağır basıyor, tıpkı sizin orgu ucuza alıp da tukakalrını bal eyleyen arkadaşınız gibi. İnsanoğlu garip vesselam. Tanıyabilmek için ömür yetmez, yetmeyecek:) Kaleminize sağlık Güven Bey.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkür ederim Zeugma:)) Yazdıkça okuyasım,okudukça yazasım geliyor; bütün bunların yanında yaşamın ne büyük tiyatro sahnesi olduğu çıkıyor ortaya :))

Zeugma dedi ki...

Aynen dediğiniz gibi. Yaşam çok büyük bir tiyatro sahnesi. Bir ara ''Sinirlerine Hakim Olmak'' diye bir seri başlatmıştım. İki yazı yazabildim. Gerisi için hangi birini yazacağımı şaşırdım. Aslında biraz daha yazmalı bu aralar. Sizin gözlemler kaleminize çok müthiş akıyor. Devam edin lütfen..

Not: ''Tukaka'larını bal eyleyen'' yazmak istemiştim. Sinirden bulduğum niteleme oluyor kendileri:) Klavyeye sert basmışım demek, harf uçmuş.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Yazmak nedir diye sordum kendime.Okumaktır,iyi okuyucu olmaktır diye bir cevap buldum:)) Lütfen yazın; bu toplumda o kadar çok sosyolojik olay var ki,kavga bittiği an,mizahın,sanatın yardımıyla sahnelenecek oyunlar çıkıyor ortaya:)) Şekspir için ne çok eser yazılabilir bu topraklarda...Teşekkürler; selamlar Zeugma; varlığımızı bilmek,onu beslemek,tanrısal ve evrensel bir şey bir hak olmaktan öte bir şölen...