18 Haziran 2020 Perşembe

TRUVALI KADIN


İnternet




                                                        TRUVALI KADIN


  Bir şair, şehrinin sokaklarında gezerken seslenmişse şehrine;

 “ İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı/ Önce hafiften bir rüzgâr esiyor “ Bir başka şairde kendi yüce haykırışını şiiriyle dile getirir;

“HAYKIRSAM, kim duyardı beni, melekler / Katından? Ve ansızın bassaydı bile / İçlerinden biri beni bağrına: Yok olurdum onun / Onun daha güçlü varlığı karşısında.”

  Astronomi bilimi, astroloji dünyasının çok ötelerine ulaştı. Derinleştikçe bilgi-gözlem, daha da büyüdü evren; çünkü genişliyordu…
Ve bir çocuk doğdu balkanların gölgesinde. Meriç nehrinin Ege’ye, söğüt ve ılgın ağaçlarının aktığı yerde…
  
   Onun sırrıydı basit olan. Gözlerinde akıp gittiği, düşlerinde süzüldüğü Truvalı Kadın; belki vardı, belki de bir efsanenin yitik parçasıydı. Latin şair gibi; doğum yapan hiçliğe yazgılı bir düşün ölümsüz parçası…
    Yakmak istedi büyük destanını (Aeneas ) hasta yatağında kimi sayıklar vaziyette yatan şair. Tıpkı, Truva’nın viran duvarları altında kalan öyküleri gibi; kazıldıkça bir başka parça diğerine kavuşacak; içinde barındırdığı şifreyi bu zamanının insanlığına sunacak.

  Truvalı Kadın, Medusa’nın yok ediciliğine zıt; var ediciliği, ürkek tanrıça bakışları içinde, görünen körlükleri delip geçecek; insan tapınaklarından çok ötelere…

 Rilke’nin müzikle geldiği gibi ondan sonra da yaşayacak müziğine-şiirine esin verecek;

“ Karışsın soluğumuz evrene; belki de kuşlar içlerinde
Hissedecekler genleşen havayı uçarlarken.

Evet, baharların ihtiyacı vardı sana. Beklemişlerdi bazı
Yıldızlar senden, onları hissetmeni. Yükselmişti
Bir dalga geçmişten, ya da,

Geçerken açık bir pencerenin önünden
Verivermişti kendini sana bir keman sesi. İşte tüm bunlar görevindi.”

 (Doıno Ağıtları )

Güven SERİN 




  

Hiç yorum yok: