2 Aralık 2016 Cuma

İYİMSER KÖTÜMSERLİK





                                            İYİMSER KÖTÜMSERLİK


  Şair, sanatçıya düşen görev bilinciyle kuşkularını dile getirir. Üstelik dili de çok uzun olan, ahlak anlayışı bizim efendiliğimizi zorlayan; ağır ağabey-abla görünmek yerine sevenlerini yanıltmak yerine ilk başlarda şaşırtır sanatçı.

  Baştan sona; çocukluğundan yaşlılığına kadar aynı istikrarlı şaşırtma ve bilinen ahlakçı gösteriye hiçbir şekilde yanıt vermeyen, onların kalplerinde taşıdıkları büyük yalanlara inanmayan birisidir Charles Bukowski.

 Onu anlamak için bugün; günümüzde dağıtılan ödüllere iyice bakın! Bakın ki, gerçek sanatçının peşinde kaç kişi koşuyor? Ödülleri niçin verirler? Al gülüm; ver gülüm düzenine bir kat daha hiçlik katmak için mi; yoksa insanlık yolculuğunda edebi yaşamı hak etmiş, sanatçının sanatını kutlama, onurlandırma adına mı?

  Charles Bukowski böyle yaşamlara; biraz kaba sayılan “ moktan yaşamlar” olarak baktığı bellidir; aşikârdır. Moktanlığı kaldıra bilmek için, en yakın sığınma arkadaşı da alkol olur.

  Ölmek için dünyaya gelen insanı şiirsel ve felsefi anlatımı ise;

“İnsan ölmek için dünyaya geliyordu. Bunun anlamı neydi? Hayatımızı oraya buraya takılarak geçiriyorduk. Bizi bir yerlere getirecek treni bekleyerek, sıcak bir ağustos gecesi bir otel odasında koca göğüslü bir kadın bekleyerek.”

  Beklemenin can sıkıcı olmasından çok, bekletilmenin aldatıcı etkisidir şairi zorlayan, yaşam avareliğine sürükleyen şey.

  Yakın zamanda bir insanlık buluşu yapılırsa; insana bağlanacak bir alet, insanın saygınlığını, erdemini, dürüstlüğünü ölçebilme becerisine sahip olursa; bu aleti ilk önce kimler lanetleyecek; kimler yasaklayacak; biliyor olmama rağmen yine de bilmemişin merakıyla bekliyorum…

 Kendini yüce insan ilan edenler, kendini tanrının kılığına sokup, ona, buna ceza kesip, günahını, sevabını dağıtma ahmaklığına girenler; bu aletten kaçmak için delik arayacakları kesindir.

 Muhafazakâr bir partinin partililer ile tanışma toplantısını bir süre izledim. Mehter Takımı, insanın ürpertecek, tarihin içine çekecek kadar duygulu çalıyor. Partinin üyeleri, taraftarları bayrama gelmiş gibiler; yeni, temiz ve tıraşlı, makyajlı halleriyle pırıltılar saçıyorlar.

  Yine de bir şeyler eksik… Herkesin elinde son model akıllı telefonlar. Sahneye giren iki ağır araba; iki Alman malı Mercedes; ağırlıklı oluşuyla göz kamaştırırken, bütün partililerin saygıyla bakmasına neden oluyor. Çünkü onun taşıdığı, taşıyacağı kişiler de ağır kişiler; yani saygı duyulacak; en azından siyasi olarak, onları bir yere taşıyacak veya bir yerlerle köprü olabilecek oranda ağır…

 Bir yandan mehter takımı olanca içtenliğiyle halkı selamlıyor. Bir yandan iki Mercedes, bütün partilileri ikiye bölmüş, kutsal bir şeyi korur gibi, hiç kimse ona dayanmıyor; onu saygıdeğer bir canlıyı korudukları gibi koruyorlar.

 Peki, ama bunca söylem; gâvurluk üzerine bunca önyargı nerede? Mehter marşının yüreklere su serpen marşlarıyla onca yeri alıp vatan yaptıktan sonra koruyamamak, onca bilgi, görgü ve kadim toplulukları, milletleri bir araya getirip de ilmen niçin dünyanın öncüsü biz olmadık da; onca söz, önyargı hastalığı oluşturduğumuz milletler arabasıyla, telefonuyla, aşısı, hap; ilacı, petrolü, enerjsiyle bizi tutsak eyler?

 Sanatçı burada girer devreye. Büyük kandırılmalara, gösterilen büyük suskunluklara meydan okur; üzerine yağacak bir türlü belayı bile bile; en yakın dostundan yudum yudum içerek selamlar yaşamı.

Bizi şaşırtan şiirsel haykırışı devam eder Bukowski’nin;

“ Genellikle yaşamın en güzel bölümleri hemen hiçbir şey yapmadığımız anlardır. Vaktimizi tümüyle ense yaparak geçirirsiniz. Her şeyin anlamsız olduğunu fark ettiğiniz zaman, bunun ayrımına varmış olmanız yaşamınızı anlamsız olmaktan kurtarır aslında. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Benimkisi iyimser bir kötümserlik…”

 Güven Serin 





Hiç yorum yok: