21 Eylül 2016 Çarşamba

SEN BENİM STRADİVARİUS'UMSUN


Stradivarius marka keman;

önemli,nadide,benzersiz...




İngmar Bergman ve Liv Ulmann



SEN BENİM STRADİVARİUS’UMSUN
---------------------------------------


  Ne çok sözcük var bilmediğim. Nü büyük dünyadır sözcüklerin uzandığı geniş okyanus… Günümüzün teknolojisi her gün milyonlarca bilgiye çok az sürede ulaşmamızı sağlıyor olabilir.

 Bir filmde, belgeselde, kitapta gördüğümüz; okuduğumuz sözcüğün anlamına çabucak ulaşabiliriz. Asıl güç olan bu çabuk ulaşmada başlıyor. Eleme, süzme ve özümseme zamanı; tıpkı şarabın oluşma süreci gibidir;

  İlk önce tarlayı fidan ekilir hale getirmenin, sonra o fidanlara çocuğumuz gibi bakmanın, kazmanın, sulamanın, budamanın süreçleri; sabırla beklenecek güneş, rüzgâr ve kökten yüreğe gidecek süreçte, üzüm salkımlarına dokunan ellerin hangi üzümü niçin seçeceğini, istendiğini bilmiş olması lazım.

 Pekmezlik, sirkelik veya sofralık mı? Yoksa şaraplık mı? Bunları bilmek de yetmiyor! Yapım süreci; emeğin en gösterişli olan ekşi, tatlı, demlenmiş zamanları tek tek gözleyip ortaya çıkan ürün için; iyi iş çıkardım, dediğimiz zaman…

  Liv Ulmann ile İngmar Bergman’ın yolculuğu da böyle başlar. İlk süreç; birisi yönetmenken, birisi oyuncudur. Birlikte film çevirirlerken Bergman’ın aşk yolculuğu başlar.

 Birlikte yaşarlar bir süre. Bildik tatları, tuzları, acıları çekerler. Ve sonra yolları ayrılır… Aslında Liv Ulmann’ın dediği gibi; hiçbir zaman ayrılmamışlardır. Arkadaş olmayı öğrenmişlerdir. Her daim, birbirinin yakınında; çok yakınında olmanın yüce şeyini…

  Bir aradayken söyleyemediğini bir mektupta ayrıldıktan sonra, ilerlemiş zamanlarda söyler veya yazar Bergman;

  “ Sen benim stradivarius’umsun!” Liv bu seslenişi hiç unutmaz. Anlamı, nadide bir çalgıdır. Telli çalgılarda bir marka; bu keman, işçilik, ses gibi nitelikleri bakımında benzersizdir…

 Benzersiz olanı anlayıp, alıkoymadan, tutsaklıktan kurtarıp arkadaşken sevmenin erdemine uzanmak ne büyük buluş…


 Güven Serin

Hiç yorum yok: