Kamera; Güven
Sanatçı Filiz Sabuncu ve genç sanatseverler
Kamera; Güven
Sanatçı Filiz Sabuncu
Kamera; Güven
Sanatçı Filiz Sabuncu
Kamera; Güven
Valilik Kültür Merkezi
Kamera, Güven
Sanatçı Filiz Sabuncu
Kamera, Güven -FISILTI
Sanatçı Filiz sabuncu
Kamera; Güven
Sanatçı Filiz Sabuncu
FİLİZ SABUNCU KUTLUYORUM SİZİ
Bu çalışmayı
hazırlarken bilgisayarımda Gabriel Faure’nin meşhur bestesi Elegie Opus 24 ses
veriyordu. O sese sarılırken başka şeyler düşünüyordum. İkinci Dünya Savaşını…
Leningrad Kuşatmasını… 2,5 yıla yayılan kuşatma da, açlık ve soğuktan ölen 1,5
milyon insanı…
O kuşatmayı. Savaşın
ölümcül kâbuslarını yarmaya çalışıp, hayatta kalanlara destek olmaya çalışan
ünlü besteci Dimitri Şostakoviç ile küçük kızın küçük hassas parmaklarını
yanında bulunan zarif çello düetini düşünerek dinledim. Bu beste, kâbusa dönmüş
ve 4 milyonluk şehirde 700 bin insan kalmasına rağmen ünlü besteci Dimitri
Şostakoviç’in şehri terk etmemesi, ruhumda uyandırdığı o büyük hayranlıkla
bütünleşiyor; bu sanatsal gerçeği kaleme alışım…
Ressam, şair Filiz
Sabuncu’nun sergisini gezdikten sonra bedenimle birlikte ruhuma damlayan
sanatsal yağmuru dinledim. Güzel Sanatların, müziğin, şiirin tükenmekte olan
insan ve insanlık için ne büyük var oluş merhemi, iteneği olduğunu biliyorum.
Savaşlardan, kargaşalardan
geriye kalan en güzel şeylerden birisi de, Dimitri Şostakoviç gibi bestecilerin
evrene ait insan ruhu ile bir olmuş marifetin, ustalığın, sezgilerin ortaya
çıkışı, bir esere dönüşü. Leningrad Senfonisi (7. Senfoni) de böyle ortaya çıktı. Mutluluğu, güveni,
dayanmayı, ümitleri var etmek, onların asla tam olarak tükenmediğini,
tükenemeyeceğini kendi zamanından diğer zamanlara armağan etti…
Filiz Sabuncunun
zarif karşılamasıyla ilk adımımı attığım Kültür Merkezi ve oraya yayılan
sanatın senfonisi burada farklı bir şeyler olduğunu düşünmeme, duyarlılığımı
arttırmama neden oldu.
Akordeon da bir erkek,
keman da genç bir kız; sanatçıya destek olmak için şöleni kendilerince ses
tonlarıyla renklendiriyorlar. Sanatçının seçkin misafirleri sanat olaylarına
oldukça yatkın insanlar. Kimisi Bodrum’dan, Kimisi İstanbul ve bazıları da
Tekirdağ’dan katılmışlar. Genç kızlar sansal törene en içten katkı vermek
amaçlı gülümseyerek içecek servisi yapıyorlar. Masaların üzeri çeşitli tatlarda
yiyeceklerle dolu olduğu halde, sanata susamış insanların tokluğu başroldeydi.
Keman ve akordeon
sanat olayına ciddi bir neşe katarken, sanatçı Filiz Sabuncu etrafını çevirmiş,
dostları, arkadaşlarıyla ilk önce gözleriyle, sonra elleriyle, bedeniyle
kucaklaşıyor. Duygular neşeden ötürü… Duygulanmalar sanattan ötürü…
Sanatçı Filiz Sabuncu
şehrimize geleli üç yıl olmuş. Ne büyük onur; bizim şehrimizi tercih etmesi…
Şehirler insanların-insanlığın dikkatini çekecek, tercih edilecek hale
geldikçe, kentleşmenin niteliği de artar. Şehirler, her türlü insanı ağırlar.
Hür türlü insan şehirlere anlam, onur katar. Bir de sanatçıları; ressamları,
şairleri, yazarları, heykeltıraşlarıyla anılırsa o şehirler tüm dünya ya anlam,
onur yükler…
Şehrimize üç yıl önce
gelmiş Filiz Sabuncu’yu kutluyorum. Ben de otuz üç yıl önce geldim. Sevmişliğin
yüceliğiyle sahipleniyorum henüz şehir olmamış bu olağanüstü yeri…
Sanatçımız 1957
yılından bu yana yani koca bir ömür; 58 yıla yayılan sanat yaşamında birçok
sergiye katkı vermiş, eser sunmuş. Bunlardan bazıları Bandırma Kültür Merkezi
(üç kez) Sandoz Sanat Galerisi, Vakıfbank, Taksim Sanat Galerisi, Star Mar
Görüntüleme Merkezi, Hafize Ortaç Sanat Galerisi. Bu mekânlarda tıpkı Tekirdağ
da olduğu gibi, gelenlere “merhaba, hoş geldiniz” sanatçı ve sanat sıcaklığını
üst kimliğe geçmiş, evrenin neşesine sahip olmuş bir canlı sunumuyla yapmış.
Genç kızın keman
sesi, erkeğin akordeonu ahşap sanat mekânında en ölçülü ve ahengiyle çalmaya
devam ederken, sanatçının, sanatsever dostlarının muhteşem kibarlığı, o küçük
yeri devasa bir salona çevirmişcesine eserlerin arasına karıştım.
Sanatçının ruhundan
ellerine süzülen iki sürpriz bekliyordu sanatseverleri. Resim sanatıyla
birlikte şiir sanatını da bir araya getirmiş; her resminin altında o resmine
ithaf yaptığı bir şiiri…
Küçük bir fener
sallanıyor asılı durduğu yerde. Sanatçının pembe, mavi, yeşil, gri, beyaz
renklerden oluşan bu eseri; daha kırk yıl önce her eve lazım olan küçük bir
fenerdi. Bugün oldukça güzel bir aksesuar olarak kabul edilen bu küçük fenerin
altında ki şiir dizeleri ise şöyleydi;
“güneyden esen rüzgârda/ dönerek sallanırsın / yalnızlığın
dayanılmaz acısını / bensizliğin burukluğunu / rüzgâra mı anlatırsın? “
Sanat böyle bir şey!
Bağırmaz, çağırmaz, vurmaz, kırmaz! Öldürmez, öleni var etme çareleri arar.
Onarır, yapıştırır, renkler içinde renk, sesler içinde ses doğurur. Sanatçının
Martıları işleyen eseri, iki katlı taş evi ve ağaçlar arasında, sonsuzu anlatan
ışığın içinde çizdiği insan siluet çok şeyi anlatıyor… Yalnızlığa, özleme,
sonsuza dair çok şeyi…
Güven Serin
2 yorum:
Sevgili Dostum;
Özellikle resim sanatında; dile düşmeyen sözcüklerin katar katar olup, renklere bulanıp tablolarda inci gibi dizilip bize gülümsemesini görüyorum.
Sanat var oldukça, ilim ve bilim sanatla beslendikçe; doğanın ve insanın yoldaşlığı daim olacak.
Emeği geçenleri kutluyorum. Ne güzel,güzellikle çoğalmak..
Olcay KASIMOĞLU
Var oldukça sevgili dost;bende inanıyorum. Ne kadar kıt olsa da,imbiğin damıtılmış güzellikleri o kadar çok tohum bırakıp yeşertmek isteyenlere hediye edecek;gönülden,hiçbir karşılık beklemeden...
Yorum Gönder