1 Haziran 2015 Pazartesi

BALKANLARIN DİYARINDA BİR YER; PAŞAKÖY


Sercan ve Sevilay'ın Hikayesi


Paşaköy-Edirne

Dostum Şerif Bilir sağ tarafımda... Sol tarafımda
çoktan İstanbullu olmuş Eyüp ve Ali...
Bülent ve İsmail Ağabey yan yana,
köy meydanının ferah havası, temiz suyu,demli
çayı ile sohbetin keyfini çıkartıyorlar.

BALKANLARIN DİYARINDA Kİ YER; PAŞAKÖY

  Tekirdağ’dan Keşan, İpsala yönüne ilerlediğinizde İpsala Sınır Kapısına 5 km kala Dörtyol olarak bilinen yolda bulursunuz kendinizi. Balkanlar burada başlar. Meriç Nehri buradan geçer; içinde zamansızlığın millerini taşıyarak…

  İleri giderseniz Yunanistan sınır kapısına ulaşırsınız. Sola dönerseniz Paşaköy, Yeni Karpuzlu ve Enez ile ülke sınırına Enez Kalesinin iç içe geçmiş tarihiyle, masal kadar güzel insanlık topraklarına, Yunan Tanrı ve Tanrıçalarının evi olan Ege’ye iç ferahlatıcı düşüncelerle tutuklu kalırsınız…

 Ünlü besteci Dimitri Şostakoviç; “ Durmak tehlikelidir, hatta ölümcüldür.” Der… Tabiatın eşsiz marifeti, hareketin ahengi, büyük uyumuyla yol alır… Böyle bir inançla yol aldık doğduğum topraklara; Paşaköy’e.

 Yanımda dostlarım var; Şoför Metin, İsmail Ağabey ve sürücü koltuğunda oturan Y Kuşağı temsilcimiz genç dostumuz Bülent… Hepsi ben kadar heyecanlı… Nice zaman olmuş köyümün meydanına kurulmayalı. Yanımda getirdiğim dostlarım ile bu meydan köy meydanı değil, Roma Kentlerinin büyük seyirciyi ağırlayan, coşturan, çığlık çığlığa yapan savaş arenasıdır diye çalım satmadığım meydana geldik.

 Rumeli’den göç eden büyük dedelerimizin kurduğu, bir meydanda olması gereken her şeyin olduğu yerde; hasretle baktım çocukluğuma tanıklık eden çam ağaçlarına. Sıraya dizilmiş kahveler, berber dükkânı, köy muhtarlığı, cami, okullar, lokantalar… Daha dün fırının içinde gezinip Nurettin Çiçek ile şakalaşan çilli yüzlü çocuk Güven’i gördüm…

 Düğün evine gittik. Ala Amcam, sütannem ile bildik o sarılışları gerçekleştirdik. Ve sırasıyla, genç damadımız Sercan’ın babası Yılmaz, Mehmet Amcam, İsmail Amcam ile kavuştuk. Şerif ile uzaklığın, görmezliğin hiçbir şey olmadığını bıraktığımız taze esprilerle, şakalarla demledik…

 Düğün Evinin arkasındaki büyük bahçe bizim; benim doğduğum bahçe… Dört odalı kerpiç ev ve serin sundurması yok artık. Ama büyük yaşlı dut; son akşam yemeği gibi bütün bereketiyle fış kırcasına ürün vermişti. Şimdi o büyük kanatlarında beni taşımıyordu; döngünün büyük hatırına o görevini çoktan yapmış olmanın nihayetsiz huzuru içinde…

 Hatice Ana, yine dimdik; benim anam… Anların anası… Mavi gözlerin marifetli ellerin yine bildik insan mahcubiyeti… Onlar, övünmeyi bilmediler… Çalım satmayı… Beyaz atlı prensi rüyalarında bile görmediler; inandılar ve yola çıktılar; koşuldan arınmış…

  Düğün evinin en mutlu kişileri elbette tam bir beyefendi olan damadımız Sercan Serin. Gelinimiz gıpta ile baktığım köyümüze 3 km uzaklıkta olan Yeni Karpuzlu cennetine ait Sevilay Serin. Bu düğün, bu şölen, birçok bölgeden gelen konuklar onların…

  Babadostu Ahmet Ergin’in oğlu İsmali, “ beni tanıdın mı?” diye sordu, insan kılığının en güzel utangaç haliyle. Tanıdım, dedim İsmail; babadostu Ahmet’in oğlu güzel ruhlu İsmail, elbette tanıdım… Komşu Hasan’ı da… Kocayol’un Recebini de…

 Tanımadıklarım o kadar çok ki… Genç kızlar, genç erkekler; uygarlık gösterisi içindeler… Bülent, Metin şaşkın! Burası köy olmaz, bu köyden öte, diyerek oradan oraya fotoğraf çekimi, video çekimi için koşup duruyorlar.

  En büyük şaşırmayı gece yapıyoruz. Düğünün olduğu yeri, şehirlerde olmayan Açıkhava tören alanına gidiyoruz. Kokereççiler, sucular, dondurmacılar, baloncular bizden çok önce gelmişler. Kortej çoktan yola çıkmış. Büyük ekrana verilen görüntüler, güzel bir ışıklandırma, hiç kimsenin kimseyi rahatsız etmeyeceği kadar büyük alan… Balonlarla süslü tören alanına gelen herkes gelin ile damadı kutluyor ve takısın takıyor…

 Bilinen her şey düşünülmüş, şöleni daha anlamlı kılmak adına… Gençlik pırıl pırıl…Işıklar gibi.. Bildiğim gökyüzüne bakıyorum. Venüs; o göz alıcı ışığın sahibi olan Venüs’e tam da Ay’ın batısına, Meriç ile Ege’nin buluştuğu yere düşüyor yüzü…

 Şerif Bilir yanımızdan hiç ayrılmıyor. Metin’in elektronik bilgisi işimize yarıyor. Gece bile dudak uçuklatan güzel fotoğraf çekimleri yapıyor. Bülent, makinesinin yetmezliği içinde içmeden sarhoş gibi, niçin Metin gibi çekemediğine üzülüyor…

 Ayrılık vakti geliyor. Amcam Ali Serin’e hoşça kal demek için sarılıyorum. Dört kol ve iki beden; sessizce zamanı durduruyor. Zaten yok zaman… Kavramlara uyum için üzerinde tepişip duruyoruz. Amcam Ali Serin; “benim için de geleceksin. Bu sayılmaz!” diyor… Elbette amcam;senin için de, Balkanlar için de, Meriç, Ege, Paşaköy Ovası, dostum Şerif Bilir, Zekeriya Yaşa, Yılmaz Serin, Mehmet Serin, İsmail Serin için de geleceğim…

Güven Serin  


Hiç yorum yok: