10 Şubat 2015 Salı

EKMEĞİNİ TAŞTAN ÇIKARTANLAR


Kamera; Güven   Tekirdağ-Çingeneler
Ben onları öyle tanıdım. Hiçbir sıfatın diğer
insanları ezmek için,mutsuz etmek için kullanılması
gerektiğine inanmıyorum. 


Kamera; Güven

ÇİNGENELER 
Daha yakından bakınca,dana nice
güzellikler,farklıklar çıkıyor ortaya


Kamera; Güven


Kamera; Güven -Çingeneler


Kamera; Güven  


EKMEĞİNİ TAŞTAN ÇIKARTANLAR

  Hasan Efendi Caddesinde eski bir bina yıkıldı. Neredeyse her gün bu yıkım çalışmasının yanında geçtim. İş makinesinden önce içeride balyoz sallayan kişiler Roman genç ve yaşlılardı. Hatta çocuklar ve kadınlar…

 Onlar kendilerine Roman denilmesini istediği için bu sıfatı kullanıyorum. Dışarıdan oldukça eğlenceli bulunan, dışı bizi, içi onları ilgilendirir felsefesiyle onları varken yok saymanın sadece belli zamanlarda anıp yüceltmenin hiçbir anlamının olmadığına inanıyorum.

  Seçim zamanı her siyasi parti gibi şu anki Süleymanpaşa Belediye Başkanı Ekrem Eşkinat da Romanlarla ilgili sözler verdi. Onlar için daha aydınlık, daha huzurlu, daha sağlıklı ortamlar hazırlamak; ülkeyi temsil eden bütün kurumların görevi.

 Yurttaşının bedensel ve zihinsel sağlığını korumak devletin görevidir. Aynı yurttaş suç işleyince nasıl mahkemelerin, hapishanelerin devreye giriyorsa; suç işlemeden, suça karışmadan; hatta hiçbir suça özenme ortamı hazırlamadan yurttaşını kazanmanın onlarca formülü vardır.

  Hasan Efendi Caddesinde bulunan binanın yıkımı günlerce sürdü. Balyoz sesleri diğer sokaklardan diğerine yankılandı durdu. At arabalarıyla, küçük kamyonetlerle gelen Roman gençler, çocuklar binanın yıkımından ayıkladıkları demirleri maden bulmuşçasına bir bir ayıkladılar. Elleri yaralı. Yüzleri tozlu. Kirpikleri yeterli beslenmeyişin cansızlığıyla yine de çoluk-çocuk; kadın-kızan hepsi oradaydı. Yaşlısı, genci, erkeği, kadını, kızı, çocuğu…

 Pazar sabahı yanlarından geçerken yıkımın sonuna geldiklerini gördüm. Belki birkaç günlük işleri kalmıştı. İnen her balyoz birkaç kilo demir umuduyla toz ile sesin senfonisini oluşturuyor.

 Yaptıkları iş oldukça tehlikeli; zaten tehlikenin en küçük izleri; kanayan, yarılmış el ve bedenlerinden belli. Ama asıl tehlike iş makinesi çalışırken neredeyse ölüm veya yaralanmayla burun buruna geliyorlar.

  Bir gurup genç delikanlı balyozuyla yıkımdan ortaya çıkan beton molozları kırarken, kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan bir grup ise yaktıkları ateşin etrafında toplanmışlar; yetmeyen güneşin erişemeyen ısılarını telefi için ısınıyorlardı. Ateşi daire şeklinde çevirmişler. Dünyamızın, gezegenlerin, yıldızların; hatta evrenin oluşturduğu gibi; dönme, yörüngeni oluşturma; yaşama katkı vermek adına en güzel şey daire oluşturmak…

  Selam verdim. Selamımı neşe içinde aldılar. Sızlanmalarında bile neşe var… Biraz dertleşince, onların yüzlerine, çocukların besinsizliklerine yakından bakınca kendi kendimden ürktüm…

 Kurumlarımızın yeterli samimiyet içinde olmadıkları için ürktüm. Merkezinde insan varmış gibi görünen kurumların şova yakın fotoğrafları, çalışmaları hiçbir zaman tam anlamıyla Roman çocuklara, kadınlara uğramamış…

 Benim samimiyetime inanan Romanlardan sesler yükselmeye başladı. Yüzlerde çalışmanın onuru vardı. Günlük 30–40 TL kazanmanın onuru…

 Aynı şeyi, tüm insanların istediği şeyi onlarda istiyor; İŞ… Hangi onurlu insan sadaka ve acınma terazisinde yer almak ister. Her erdemli insan evine giderken markete uğrayıp kendi kazancının parasıyla bir şeyler alma kıvancı yaşamak ister.

  Küçük Roman çocuk peşimden hiç ayrılmadı; “ Abi beni çek! Abi beni birde burada  çek” diyerek sürekli ayaklarımın dibinde dolaştı durdu. O küçük bir çocuk… Ama daha şimdiden büyümüş gibi; orası burası yaralar içinde. Üzerinde bulanan kazağı kaldırınca vücudunun her tarafının sedef hastalığı tarafından sarıldığını gördüm.

 Romanlar için hastalık, yoksulluk sıradan bir şey… Yanıma gelen genç delikanlılar Zafer ile Gökay ; “ Ağabey, nereye gitsek iş bulamıyoruz. Tuğla fabrikasında yıllarca çalıştık sigortamız ödenmedi. Tekstilde iş buldum, oturduğum mahalleyi söyleyince işten çıkartıldım.“

 Orta yaşlı Roman Adam en güzel haykırışı yaptı; “ Bizleri dışarıdan neşeli buluyorlar. Ne güzel oynuyoruz diye seyrediyorlar. Hâlbuki içimiz öyle mi? Oynamayalım da ne yapalım? Kafayı mı yiyelim?” 

 Bu oyun daha ne kadar devam edecek dostlar; merkezde insanın olmadığı; Roman deyince sadece “şüphe” akla gelmesi; ama bir taraftan şafak vakti kâğıt toplamaya çıkan Roman kadınları, erkekleri bilmeyişimiz, görmeyişimiz… Bir inşaat yıkımında, oradan çıkacak demirlerden birkaç yüz lira para kazanmak için hiçbirimizin kaldıramayacağı balyozu kaldıran, çift camlı pencerelerimizin ardında uyuyan insanlar; yani bizler daha ne kadar körlük ve sağırlık rolü içinde sanata dönüşmemiş heykeller gibi gezinmeye devam edeceğiz;

Sorarım, DAHA NE KADAR?

 
 Güven Serin 





Hiç yorum yok: