6 Mayıs 2013 Pazartesi

AY IŞIĞI


Kamera; Güven   Tekirdağ Eski Liman

İğde ve iğde kokuların diyarı...

AY IŞIĞI

  İğde ağaçlarının hemen üzerindeki yönde, yeryüzüne en yakın olan ay ışığı hilal şeklinde parıldıyordu. Her ikisi, milyarlık döngünün hatırına muhtaçlar birbirine. Yaşamın büyük dengeleri adına ayrılmaz bir bütün gibiler.

  Daha yeni yeşillenen iğde ağaçlarının üzerinden hilal şeklindeki ay ışığını seyretmek doyumsuz bir zevk. Baktıkça içine çekiyor insanı. Tanımlayamadığım güzelliklerin gece ile ortaya çıkışı, huzur perileriyle iş birliği yapmışlar gibi huzur dağıtıyorlar.

  Liman Çay Bahçesi garsonların da telaş başladı. Aniden esen rüzgar, birazdan gelebilecek yağmurun ve fırtınanın habercisi gibi korkuttu çalışanları. Herkes kendi işini bilen ustalıkla masa örtülerini topladılar. Lakabı Bizim Dağlı olan Mehmet, yarı uykulu, yarı uyanık neredeyse ayrılmaz parçası olduğu liman bölgesinde huzur içinde vakit geçiriyor.

  Garsonların telaşlı olması beni etkilemedi. Parlayan ay ışığının hilal görüntüsünden sonra, gözümün görebileceği derinliğe baktım; pırıl pırıl parıldayan yıldızlar; milyarlarca kilo metre uzaktalar. Galaksimizin muhteşem büyüklüğü, yine milyar sayıda yıldızı barındırıyor içinde. İnsan inanmasa da, gördüğümüz sadece bizim galaksimiz. Ya diğerleri; bilim insanlarını şaşkına çevirecek kadar uzaklarda; iç içe geçmiş galaksilerin çılgın genişlemesi devam ediyor.

 Bir, hilal şeklinde parıldayan ay ışığına, bir gökyüzüne, ışık saçan ışık cennetine baktım. Bizim galaksimizin dakika da 40 bin kilometre yol aldığına inanamasam da gerçek öyle. İnsanın dünyadaki varlığı ve insana ait yazgıyı, bu kadar büyük kurnazlıklara sahip insan çözemedi hâlâ. Çözüleceği de yok…

  Bazen dini buyruklara inanmışlara, kendi yazgısını cennet ile cehennem arasında kabul edenlere özeniyorum. Hiçbir telaşları yok düşüncenin aldığı yol adına. Evrenin büyüklüğü, milyarlarca yıldızın ve onların içindeki yaşam olabilecek gezegenler ilgilendirmiyor onları. Onlar için bir tek şey var; son anda bile olsa iyilik yapmak, pişmanlık duymak ve vaat edilen cennete kavuşmak.

 Ya yazgıyı nazikçe bir kenarda bekletip, yazgının sonu gelmeyen seçeneklerini merak eden bilim insanları, filozoflar, yazarlar, şairler, ressamlar, sanatçılar ne yapsın? O büyük baskı, muhteşem çekicilik karşısında yetmeyen insan zekâsının milyarlık hücreleri biraz daha fazla zorlarsak bizi çıldırtacak emniyeti alabilecek şekilde hemen yanı başımızda bekliyor.

  Öyleyse zekânın alabileceği bütün yolu, bilginin ışığı ve merhametiyle donatmadan yola çıkmamalı. Yıldızların çekiciliği, yaşam dolu gezegenlerin olabileceği, sonsuza adanmış ruhlarımızın bize moral vermesi, haddimizi zorlamamalı. İlk önce dünyanın derinliklerini, insandan insana, tabiattan tabiata süzülen gizemleri anlamlandırıp, yutkunarak azmetmeli.

  Garsonlar açıkta bulunan bütün masaların örtülerini topladıktan sonra rahat bir nefes aldılar. Ay ışığı iğde ağaçları izahından ağır ağır batıya, doğduğum yerlerin üzerine süzülüyor. Ay ışığı ile birlikte yazgının büyük çekim kuvveti gibi insan doğduğu yerleri bir masalı hatırlar gibi hatırlıyor. Sanki hiç yaşanmamış sadece bir masal olarak dinlenmiş Gülsüm nineden. Gülsüm nine, Hasan dede, Hayriye yenge, Ömer dayı, Ahmet amca hiç yokmuşlar gibi çok uzaklardan bir masal şirinliğine gülümsüyorlar.

  Meriç nehri yine aynı hız ve büyüklükte akıyor mu acaba? Meriç nehrini çevreleyen ılgın ağaçları bitip tükenmez sabırlarıyla sınırda nöbet tutan yanık sesli asker şarkılarını yine dinliyorlar mı? İşte bunlar geçti aklımdan, gözümün önünden akıp giden ay ışığının hilal şekliyle.

  Bizim Dağlı dediğimiz Dağlı Mehmet ile göz göze geldik. Bakışlarında tanıdık bir mesaj vardı. Ya sigarası tam değil, ya karnı aç. Çantamdan bozukluk paraları alıp ona uzattım. İnanmışlık içinde aldı. Ve kendi cebindeki paralar ile bir araya getirip gözden kayboldu. Ya ağzından hiç düşmeyen sigarasını almaya gitti, ya karnını doyuracak bir parça ekmek alacak. Onun derdi de bunlar işte; limanda uyuyacağı bir sandalye ve bir masa, gün içinde içtiği birkaç paket sigara ve bulursa bir parça ekmek…

  Limanın karşı kıyısında kanadı kırık bir pelikan ona balık veren balıkçıya şımarıyordu. Bir çocuk gibi balıkçının arkasından zıplaya zıplaya, kanat çırparak gidiyordu.

  Ay Işığı, milyarlarca yıldızın muhteşem pırıltısı, yine insan denen canlının yazgısını anlatmıyordu. Bu büyük bilmece, büyük bir gizem örtüsüyle örtülü! Örtüyü, zamansız oynatmak, insan bedenini un ufak edecek kadar güçlü bir enerji içinde. O zaman, tanıdık dostlara sığınmalı; kitaplara, sinemaya, tiyatroya, şiire, şarkılara ve seyahatlere…

Güven Serin



Hiç yorum yok: