3 Eylül 2025 Çarşamba

SEBİDE YENGE

 


                              GÜLEN YÜZLÜ DESTAN: SEBİDE YENGE

 Duy Sesimi Paşaköy!

 Sebide Kara’nın vefatının üzerinden birkaç gün geçti. O şakacı, o sanatçı ruhlu insan artık yok. Ama onun ağzından bir destan dinleteceğim size destancı Sibide Yenge’nin yüksek erdemli hatırası için:

 “Duy Sesimi Paşaköy!

Ben Sebide’yim… Bir yüzyıla yaklaşan bir ömrün içinde sizlere destanlar anlattım. Geceler boyu, lambalar ışığında, sarı sayfalar elimde; hem okudum hem yaşadım. Her ağıt bir anıydı, her kahkaha bir dostun yüzüydü.

 Hatırlayın o akşamları…

Fırından yeni çıkmış ekmeği birbirimize uzattığımız,

Bir bebek ağladığında üç evin kapısın açıldığı günleri…

Komşu komşunun külüne muhtaç değil, yüreğine ortaktı o zamanlar.

Her doğuma dua, her ölüme gözyaşıyla koşardık.

Çocuklar, sokaklarda özgürdü; analar kapı önlerinde ağıt gibi otururdu,

Ama ben ağıtları bile şakaya vururdum bazen,

Çünkü gülmek de destandı bizim orada.

Şimdi sustum. Söz sizde evlatlar.

Hatırlayın. Anlatın.

Ben göçtüm ama sesim kalır bu rüzgârda…

Sarı sayfalarda değil artık, sizin hatıralarınızda yaşarım.”

 Bazı isimler bir evin değil, bir mahallenin dili olur. Bazı yüzler yalnız hatıralarda değil, bir çağın ruhunda yaşar. İşte onlardan biri, bizim mahallemizin destan anlatıcısıydı: Sebide Yenge.

 Geçtiğimiz günlerde, çocukluğumun tanığı, komşuluğun ta kendisi olan Sebide Yenge’nin öldüğünü, arkadaşım Şerif Bilir’in sesiyle duydum. Sesi hüzünle titredi.

“Sebide Abla’yı gömdük... Oradan geliyorum.”

 O an, zamanın göğsünde bir çentik daha açıldı. Hafızam, rüzgârla savrulan bir yaprak gibi dönüp dolaştı ve usulca Sebide Yenge’nin anılarına kondu.

 Sebide Yenge sadece bir komşu değildi. O,bir anlatıcıydı. Bir hafızaydı. Bir halk şairinin, dilden dile dolanan sesiydi adeta.

 Sarı sayfalara yazılmış destanları öyle bir okurdu ki… Dinlerken, yazanı unutur, anlatana tutulurduk. O kadar içli, o kadar sanki yaşamışçasına… Bir kahraman ağlarsa, gözleri dolardı. Bir yiğit düşerse, sesi titrerdi. Ama sonra birden kahkahayla gülerdi, öyle bir şaka patlatırdı ki, ölüm bile gelip geçerdi yanından.

 Sebide Yenge’nin olduğu yıllarda, komşuluk akrabalıktan daha yakın bir şeydi. Bir kapı çaldığında önce kulak değil, kalp dinlerdi sesi. Bir bebek ağladığında sadece annesi değil, komşusu da uyanırdı. Fırından çıkan ekmek dilimlenmeden önce komşunun payı ayrılırdı.

Hastalıkta “geçmiş olsun” sadece bir söz değil, bir tabak çorba, bir dert ortağıydı. Düğünler mahalleyle kurulur, cenazeler mahalleyle kaldırılırdı.

 İşte bu kültürün canlı arşiviydi Sebide Yenge. Sadece olayları değil, duyguları da anlatırdı. Sesiyle, mimikleriyle, yeri geldi mi omzunu silkim bir de türküyle…

 Bugün şehirlerde çok şey var: Geniş yollar, yüksek binalar, koca marketler… Ama Sebide Yenge gibi komşular yok artık. Kapılar kitli, gözler perdede, selamlar ekranlarda… Birbirini tanımayan apartmanlar, her akşam sessizliğe gömülüyor.

 Oysa bir zamanlar sessizlik, sadece Sebide Yenge sustuğunda olurdu. Onun sustuğu bu yenidünyada, bir çocuklukta sessizliğe gömüldü.

 Sebide Yenge sadece gömülmedi. O,yaşadığı o mahalleye, o geçmişe, o kültüre dair hep hatırlanacak. Çünkü bazı insanlar giderken bir şeyler bırakır: Bir şaka… Bir türkü… Bir ekmek kokusu… Ya da unutulmaz bir ses tonuyla bir destan… Ve bu insanlar unutulmaz…

Güven SERİN 

 

 

 

 

 

 

 



Hiç yorum yok: