20 Eylül 2025 Cumartesi

ÇINARIN GÖLGESİNDE KÖK SALAN HATIRALAR

 


                  ÇINARIN GÖLGESİNDE KÖK SALAN HATIRALAR

 Yürüyüş yapmanın o engin huzurunu, o doyumsuz tadını her yerde deneyebilirsiniz. Hele bir de bildiğiniz bir şehrin kestirme yollarına dalmışsanız, mesafeler anlamını yitirir. Yakıcı güneşin engeline rağmen kimselerin duymadığı bir ıslığı çalarak, adımlarınız sizi tanıdık bir geçmişe doğru usulca çeker.

 İşte böyle bir günde, şehir merkezinde kalmış eski sanayi bölgesine düştü yolum. Evin ihtiyacı olan küçük bir malzemeyi birkaç dükkân gezdikten sonra bulunca, sanki büyük bir iş başarmış gibi derin bir nefes aldım. Asıl arayışım ise o an başladı. Çok öteleri, delikanlılık ve liseli zamanlarımı izlemek için o köhne basamakları tırmandım.

 Ve işte oradaydı. O kadim çınar, her zamanki gibi güçlü ve dimdik ayakta. Gözlerim, kırk yıl öncesini hiç gocunmadan aradı; İbrahim Ağabey ve Metin'in işlettiği Umut Büfe'yi bulmayı umdu. Zihnimde o efsanevi mekân canlandı: Çalışkan sahibi İbrahim Ağabey'in, marifetli elleriyle hazırladığı o meşhur kavurmaların kokusu burnuma gelir gibi oldu. Her daim kenarda duran sandık sandık portakalın, anında sıkılarak bardaklara dolan o taptaze, mis kokulu sularını hatırladım. Ne var ki, o lezzet ve sohbet durağını yerinde bulamadım. Zaman, bazı mekânları alıp götürse de hatıraların demir attığı limanları silemiyor. Bulduğum küçük bir masanın yanındaki sandalyeye ilişmeden bir çay söyledim. Tavla oynayanların şıkırtısı ve sohbet edenlerin uğultusu, çınar ağacının kadim gölgesine karışıyordu.

 Hükümet Caddesi ile Şaraphane Caddesi’nin kesiştiği yerde, tıpkı liseli zamanlarda oturduğum noktada olmak ne büyük şanstı! Caddelerden birkaç metre yüksekte, ulu bir çınarın koruyucu kanatları altında… Bir an, Sanat Okulu öğrencilerinin o tanıdık yüzleri yanımdan geçiyormuş gibi geldi. Öğretmenlerim; Ahmet Başar’ı, Osman Kamil Doğru’yu, Ali Geldi’yi, Zafer Tarım’ı, Vildan Hatipoğlu’nu, Ömer, Sadık ve daha nice öğretmenimi gördüm sanki. Arkadaşlarım Ali Boylu’yu, Cengiz’i, İsmail’i, Ümit’i, İlker’i, Okan’ı, Halim’i, Yavuz’u… Yüzlerce Sanat Okulu öğrencisinin o telaşlı, biraz mahcup, biraz coşkulu ama her daim yaşam dolu anlarını tekrar tekrar yaşadım, kökleri çok derinde olan çınarın koyu gölgesinde.

 Zamanın akışı gibi geçiyordu önümden bugünün gençleri. Şimdi kim bilir nerelerde, hangi umutların zaferleri veya hayal kırıklıkları içinde, benim gibi geçmişe dokunuyorlardır hatırladıkça.

 O geçmişe, yüzlerce tanıdık yüzle dolu o kıymetli hatıralara onurla baktım. Hatta cesaret edip, hiç burkulmadan, bir sızı duymadan dokundum onlara. Her biri çok önemliydi. Hepsi, bizim hayat yolculuğumuzun en değerli deneyimi, ölmemiş bir yaşama ait anılardan öte, bugünkü benliğimizin vefalı yol arkadaşlarıydı.

 İşte o an anladım ki, maziye özlem duymak, bugünden kaçmak değildir. Aksine, bugünü anlamlı kılan kökleri hatırlamaktır. O çınarın gölgesinde dinlenirken bulduğum huzur, sadece geçmişin bir yansıması değil, aynı zamanda anın ne kadar kıymetli olduğunun da bir kanıtıydı. Çünkü geçmiş, onurla dokunabildiğimizde, bugüne en güzel gölgeyi düşüren o kadim çınarın ta kendisidir…

 Güven SERİN 

  


Hiç yorum yok: