27 Ağustos 2025 Çarşamba

TURHAN DEDE

 



     URFA KIŞLASINDA BİR “GÖNÜL ÇAVUŞU”: TURHAN DEDE

Serdar Ortaç’ın ‘Karabiberim’i radyolarda, dillerde; bizim de içimizde vatan borcuna gidişin o buruk ama bir o kadar da heyecanlı hüznü vardı. Yıl bilmem kaç,241.Kısa Dönem askerleri olarak ülkenin farklı illerinden herkes o gün, tıpkı Tekirdağ’dan otobüse bindiğim gibi, İzmir Bornova’ya ( Bornova 57.Topçu Tugayı) doğru akıyoruz. Otobüs tıklım tıklım yolcu dolu. Çanakkale'yi geçince başlayan zeytinlikler yol boyu bize eşlik ediyordu. O puslu, keskin rüzgâra aldırmadan, bütün bir yıl gözü gibi baktıkları zeytinleri toplayan zeytin işçilerini gördükçe, kendi 'hasat' mevsimimizin nasıl olacağını düşünüyordum belki de… Yaş otuza dayanmış, kafada bin bir soru: “ Ne yapacağız, nasıl geçecek bu aylar?” Doktoru, avukatı, mühendisi, öğretmeni, gazetecisi… Her meslekten adam, hayatın tam ortasından kopup gelmiş, postalları ayağına geçirmeye hazırlanıyor.

 Bornova’nın meşhur yağmurları altında, korunaklı bir köşede içilen çayların deminde, acemilik günleri su gibi akıp geçti. Saygı, sevgi gırla… Yaşını başını almış bizlere komutanlarımızın hürmeti tamdı. Ama asıl film, usta birliğine gidiş kuraları çekilince başladı. O kalabalığın içinden bir ses, sanki karanlığa atılmış bir oltaydı:

 “Şanlıurfa’ya giden birisi var mı?”

İşte o an… Bütün o telaşın, o bilinmezliğin ortasında bir başka ses cevap verdi o oltaya takılarak:

“Ben varım.”

 İşte o “ben varım” diyen ses ve o sese çağrı yapan kişi, bu yazının kahramanı, Artvin yaylalarından süzülüp İstanbul’a, oradan da benimle aynı kaderi paylaşmak için Urfa yollarına düşen Turhan Dede’ydi. O an anladık ki, askerlik sadece nöbet tutmak, eğitim yapmak değil; askerlik, en olmadık yerde en hasından bir yol arkadaşı bulmaktı.

Atatürk Havalimanı’nda, o demir kuşların yeri göğü inlettiği şafak vaktinde buluştuk. Benim için bir ilkti uçağa binmek. O devasa motorlar çalışınca, yeryüzünden gökyüzüne bir şükran fısıldadım uçak mühendislerine. Urfa’ya indik, Balıklıgöl’ü gezdik, tarihi çarşılarda kaybolduk. Vakit gelip 20.Zırhlı Tugay’ın kapısından içeri adım attığımızda ise heyecan yeniden sardı bedenimizi.”Acaba hangi birliğe düşeceğiz?” derken, Turhan Dede’nin ismini “Levazım Birliği”nde duyunca bir hüzün çöktü. Ayrılmıştık…

 Ama hayat bu ya, güzel adamlar nerede olursa olsun kendini belli eder. Bir ay boyunca kimse kimseden haber alamazken, bir ay sonra bir araya gelmeye başladığımızda bir efsane dolaşıyordu dillerde: Fırın Çavuşu Turhan Dede!

 Benim sımsıcak, dupduru Artvinli, İstanbullu, Türkiyeli, dünyalı kardeşim, tugayın fırınının başına geçmiş, sadece mideleri değil, gönülleri de doyuruyordu. O uzlaşmacı tavrı, o babacan halleriyle yüzlerce askerin derdine derman olmuş, gönlünde taht kurmuştu. Rütbesi çavuştu ama gönüllerdeki rütbesi binbaşıydı, albaydı. Elbette o tugayda gönlümüzü ısıtan tek kişi Turhan Dede değildi. Bize babacanlık yapan Mithat Üsteğmen, her daim anlayışlı Metin Yüzbaşı ve bilge tavrıyla Âdem Binbaşı gibi komutanlarımız da o zor günleri bizim için yuvaya çevirenlerdendi. Veda ederken hepsinin elini sıktığımda yaşanan o duygu dolu anlar, rütbelerin değil, insanlığın ne kadar önemli olduğunun kanıtıydı.

 Orada anladım ki vatan hizmeti sadece silahla olmuyormuş. Bazen bir somun sıcak ekmekle, bir güler yüzle, iki tatlı sözle de memlekete en kral hizmeti yapılabiliyormuşsun. Turhan Dede, o fırının sorumluluğu içinde sadece ekmek pişirilmesini denetlemiyor, kardeşliği de mayalıyordu.

 Yıllar geçti, o günler anılara karıştı. Geçen akşam evde “Karabiberim” çalınca, o soğuk Ocak günü, o içten “Şanlıurfa’ya gidecek var mı?” diyen ses ve Şanlıurfa’daki fırından yayılan o sıcacık dostluk kokusu burnuma geldi.

 Turhan Dede gibi gönül erleri oldukça bu vatanın sırtı yere gelmez. Hep bir şey istemek yerine, onun yaptığı gibi, elindekiyle en iyisini yapmak, bir gönül kazanmak, yoldan bir taşı kaldırmak veya yerinden çıkmış bir taşı onarmak bile en büyük hizmettir. Bizler o kışlada sadece askerlik yapmadık; bizler, hayata ve insana ait olduğumuzu bir kez daha anladık.

 Selam olsun o günleri paylaştığım bütün kardeşlerime ve selam olsun kışlanın kalbini o sıcacık ekmeleriyle ısıtan Fırın Çavuşu Turhan Dede’ye…

 Güven SERİN 






Hiç yorum yok: