MAKASIN
UCUNDAKI HAYAT FELSEFESİ: TERZİ EŞREF
Şehirlerin bir ruhu, bir hafızası vardır. Bu ruhu binalar değil, o binaların arasında nefes alıp veren, hikâyeleriyle sokağın dokusuna işleyen insanlar oluşturur. Tekirdağ’ın yaşayan hafızalarından, şehrin adeta bir markası hailine gelmiş öyle bir isim var ki, onun dükkânının önünden geçmek bile insana umut verir; Terzi Eşref Kavak.
Onu, yaşına veya kaç yıldır bu mesleği yaptığına dair istatistikî bilgilerle anlatmak, ruhunu eksik bırakmak olur. Çünkü Terzi Eşref, belli bir yaştan sonra hayatın temposundan düşen, bir kenara çekilip eski günleri anarak avunan insanlardan değil. O,her sabah hayata yeniden başlayan, iğnesiyle sadece sökükleri değil, adeta yaşamın yıpranmış taraflarını da diken bir zanaat bilgesidir.
Her sabah,günün ilk saatlerinde 100.Yıl Mahallesi’nden yola çıkıp uzun bir yürüyüşle dükkanına varması,onun için bir angarya-yük değil,bir ayindir.Bu yürüyüş,bedeni dinç tutan bir spor olduğu kadar,güne ve şehre “merhaba” deme biçimidir.Dükkanının kapısını açtıktan sonraki ritüel ise onun dünyaya ne kadar bağlı olduğunun en net kanıtıdır: Taze demlenmiş kahvesini yudumlarken günün gazetesine gömülür.Memlekette ve dünyada olup bitenleri takip eden bu meraklı zihin,onu sadece bir terzi değil,aynı zamanda yaşadığı çağın tanığı ve entelektüeli olduğunu gösterir.
Bu tablo, günümüzün hız ve tükenmişlik çağında yaşayan bizler için imrenilecek bir yaşam yolculuğu değil midir? Hayatı bir yük gibi gören, en ufak zorlukta umudunu yitiren modern zaman insanına Terzi Eşref gibi öncüler, sessizce ama derinden bir önderlik sunar. Latin şair Vergilius, eserleriyle Roma’ya aydınlık bir ruh katmıştı. Terzi Eşref de iğnesi, ipliği ve yaşama sımsıkı sarılan duruşuyla Tekirdağ’ın Vergilius’u gibidir; aydın, bilge ve üretken.
Onunla aynı şehri paylaşmak, yolda karşılaşıp selamlaşmak veya kısacık bir sohbette bulunmak, insanın kendini yenilemesi için paha biçilmez bir fırsattır. Çünkü Terzi Eşref’in varlığı, insanın içindeki yaşam aşkının; zanaatla, disiplinli bir yaşamla (sporla) , dünyayı anlama çabasıyla (felsefeyle) birleştiğinde nasıl muhteşem bir insanlık şölenine dönüştüğünü kanıtlar.
İlerleyen yaşıyla didişmek yerine onunla barışan, bedenine ve ruhuna iyi bakmak için o mütevazı ama büyük gayreti gösteren, dengeli beslenip dengeli yaşayan bu güzel insan, şehirlerin giderek içe kapandığı, insanların birbirine yabancılaştığı bu zor zamanlarda parlayan bir umut ışığıdır. O,bize sadece kumaşa nasıl şekil verileceğini değil, hayata nasıl anlamlı bir şekil verileceğini de öğretir.
Terzi Eşref, bir mesleğin nasıl bir hayat sanatına dönüştürülebileceğinin yaşayan anıtıdır. Tekirdağ, böyle bir değere sahip olduğu için çok şanslı.
Onun bu zamana ve kayıtsızlığa karşı her gün yeniden sergilediği onurlu mücadele, akla ister istemez edebiyatın unutulmaz karakterlerinden birini getiriyor: Ernest Hemingway’in “İhtiyar Adam ve Deniz” romanındaki balıkçı Santiago’yu. Uçsuz bucaksız denizde, tek başına dev bir balıkla ve ardından talihsizliğiyle mücadele eden Santiago, nasıl ki kendi zanaatının ve varoluşunun onurunu korumak için savaştıysa, Terzi Eşref de her sabah dükkânının kapısını açarak kendi küçük evreninde benzer bir saygınlık mücadelesi verir. Bu, kılıçların çekildiği gürültülü bir kahramanlık değil; iğnenin kumaşta çıkardığı ses gibi sakin, disiplinli ve derin bir direniştir. Tıpkı Santiago gibi, o da bize insanın bedeni yaşlansa bile ruhunun ve meslek aşkının yenilmeyeceğini her gün yeniden kanıtlar.
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder