SAMAN ALEVİ SANMA, O YANGIN HEPİMİZİ YAKAR
Hükümet Caddesi’nin sıradan bir gününde, medeniyetin en parlak cilasıyla kaplanmış bir anın şahidi oldum. Belki yaz sıcağından bunaldığı için, belki de modern bir tarz arayışıyla saçlarını usturaya vurdurmuş bir adam… Ayaklarında pahalı spor ayakkabıları, kaliteli tişörtü ve kendinden çok emin, neredeyse uysal adımlarla ilerliyordu. Bir adım gerisinde, ona eşlik eden zarif eşi ve on altı yaşlarındaki kızıyla, şehrimize tatil için gelmiş, refah içinde bir “Almancı” aile portresi çiziyorlardı.
Adam, bu modern ve huzurlu tablonun ortasında bir sigara yaktı. Tam o esnada, arkasından gelen eşi, kızına muhtemelen masum bir şey söyledi. Cümlenin sonu duyuldu sadece: “…aslında öyle değildi de!”
Ve o an, medeniyetin ince cilası bir anda çatladı.
O uysal,o her haliyle “modern” görünen adamın,sanki ödünç alınmış,yabancı bir canavara ait bir ses yükseldi.Boğuk,sert ve öfke dolu bir tıslama: “ Öyle değil mi!...”Bu iki kelimeyi,içindeki bütün zehri akıtırcasına birkaç kez tekrarladı.Havanın akışı değişti,caddedeki görünmez denge sarsıldı.
Ancak ne kadında ne de genç kızda en ufak bir irkilme, bir korku emaresi vardı. Bu zehirli tepkiye pabuç bırakacak ruh halleri yoktu. Sanki bir vızıltıyı, sıradan bir gürültüyü duymuş gibi, aynı ahenk ve sükûnetle babalarının arkasından yürümeye devam ettiler.
İlk bakışta “Bizim kel adamın öfkesi saman aleviymiş,” deyip geçebiliriz. Evet, o an orada fiziki bir şiddete dönüşmedi. Ama asıl ürkütücü olan bu değil mi?O öfke patlamasının,o aile için ne kadar “normalleştiğini” ,ne kadar sıradanlaştığını gösteren tepkisizlik…İşte o tepkisizlik,toplum olarak geldiğimiz tehlikeli uçurumun en net fotoğrafıdır.
Bu “saman alevi”,her akşam haber bültenlerinde yüzümüze bir tokat gibi çarpan ve kadınları hayattan koparan o büyük yangınların ilk kıvılcımlarıdır. O caddedeki adam, sosyoekonomik statünün, modern görünümün ya da eğitim seviyesinin, erkeğin içine işlemiş o zehirli “öfke hakkını” ortadan kaldırmadığının canlı kanıtıdır. Pantolonun markası, ayakkabının pahası, tatilini nerede yaptığı gerçeği değiştirmiyor: Öfke, bir erkeğe bahşedilmiş bir imtiyaz, bir kontrol mekanizması görülüyor ve bu kültür, nesilden nesle aktarılıyor.
Her öfkeli erkek sesi duyduğumda, artık bir erkek olarak bende irkiliyorum. Çünkü biliyorum ki o ses, sadece anlık bir sinirin değil, yüzlerce yıllık kültürel bir kodun, “erkek adam dediğin sesini yükseltir, masaya vurur, had bildirir” diyen o köhne geleneğin bugünkü yankısıdır. Bu yankı, bazen bir sokak ortasında eşini azarlayan bir “medeni” adamın sesinde, bazen de bir evin kapalı kapıları ardında bir kadının son çığlığında son buluyor.
Peki, çare ne? Çözümler o kadar belli ki, aslında bu çaresizlik hissi daha da kahredici.
Çözüm, Bir Zihniyet Devrimidir:
1.Eğitimin kök hücresi, okul öncesi: Her şeyin başladığı yer burası. Çocuklara renkleri, sayıları öğretirken, onlara öğretmemiz gereken en temel şey DUYGU OKURYAZARLIĞIDIR. Öfkenin de, üzüntünün de, sevincin de normal bir duygu olduğunu ama hiçbir duygunun bir başkasına zarar verme hakkı tanımadığını anlatmalıyız.”Kız gibi ağlama” diyerek, erkek çocukların duygusal kanallarını tıkamaktan,”Oğlandır, sever de döver de” diyerek şiddeti meşrulaştırmaktan vazgeçmeliyiz. Toplumsal cinsiyet eşitliği, bir ders değil, anaokulundan üniversiteye tüm eğitim sisteminin ana felsefesi olmalıdır.
2.Hukukun caydırıcılığı değil, kaçınılmazlığı: Yasalarımız var. Ama yasaların varlığı, uygulanmadığı ve toplumsal bir karşılık bulmadığı sürece bir anlam ifade etmiyor.”Bir anlık öfke,” , “Haksız tahrik” gibi indirimler, o caddedeki adamın ve binlercesinin öfkesini bir hak olarak görmesine zemin hazırlıyor. Cezai yaptırımlar, şiddet uygulayan için bir “ihtimal” değil,”kaçınılmaz bir son” olmalıdır.
Hükümet Caddesi’ndeki o aile yürüyüp gitti. Belki de beş dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi bir kafede oturup kahve içtiler. Ama o kısa an, o “saman alevi” ,toplumun ruhuna işlemiş o derin yanığın sızısı olarak benimle kaldı.
O alevleri küçükken söndürmezsek, her birimiz o yangın dumanında boğulmaya mahkûmuz. Değişim, büyük eğitim devrimleriyle, zihniyet dönüşümleriyle ve en önemlisi, o anlara şahit olduğumuzda göstereceğimiz medeni cesaretle başlayacak.
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder