PASAJIN VİCDANI, EMEĞİN ONURU: HASAN ŞEN
Tekirdağ’ın göbeğinde, her
gün yüzlerce insanın gelip geçtiği Belediye İş Merkezi’ni bilir misiniz? Hani o
koşturmacanın,o dükkan telaşının bitmediği çelikten,betondan,demirden yapılmış
büyük yapı…İşte o binanın bir kalbi,bir ruhu var desek,inanır mısınız?O ruhun
adı Hasan Şen’dir,bizim Hasan Abimizdir.
Onu gördüğünüzde elinde
mutlaka bir bez, omzunda bir fırça vardır. Ya bir camın kirlerini siler, ya da
kimsenin fark etmediği bir kapı kolunu parlatır. Bir an durup soluklandığını,
boş oturduğunu görmek zordur. Bir çay içimi dahi soluklansa, yine pasajla
ilgili bir sorunun taslağı üzerinde çalışıyor olur. Selam verirseniz, o selama
tebessümle karşılık verirken bile gözü etraftaki bir tozu, bir lekeyi arar.
Onun için iş, mesai saatine sıkıştırılmış bir görev değil, hayatın ta
kendisidir.
Geçenlerde bir çay molasında
yakaladım kendisini.”Abi” dedim,” kaç yıl oldu pasajda?” Şöyle bir durdu,
gözlerini bir anlığına gökyüzüne dikti. Ne bir kâğıda baktı ne bir telefona.
Sanki zihnin içinde şaşmaz bir sayaç çalışıyordu. Cevabı, en baba matematikçiyi
kıskandıracak nitelikteydi:
“Otuz bir yıl, yedi ay, on
altı gün oldu bu sabah itibarıyla.”
Dondum kaldım. Yılları,
ayları geçtim, gününü bile sayan bir hafıza, bu işine bağlılık neyin nesiydi?
Bu, sadece bir iş yapmak değil, o işle bütünleşmek, o mekânın her zerresine
ruhunu katmaktı. Pasajda olacak bir arızayı daha olmadan sezen,”Şuraya dikkat
etmeli,” diye önceden uyaran bir bilgedir o.Disiplin ve ahlak kelimeleri, onun
yanında sönük kalır. O,bu kelimelerin yaşayan halidir.
Hasan Şen, Ganos Dağları’nın
serin yamaçlarından, Şarköy’ün Beyoğlu Köyü’nden kopup gelmiş. Ihlamur
ağaçlarının kokusunu ciğerlerine çekerek büyümüş bir tabiat adamı. Şehrin betonuna,
asfaltına karışmış ama köyünün o temiz ruhunu, o saflığı zerre kaybetmemiş.
O kısacık çay sohbetinde
gözüm ayağındaki kara lastiklere takıldı. Utanarak değil, onur duyarak anlattı:
“ Bunlar ‘koç lastiği’derler bizim orada,” dedi. O an o lastikler, benim
gözümde dünyanın en pahallı ayakkabısından daha kıymetli oldu. Çünkü o
lastikler bir ayakkabı değildi. Onlar; toprağın, sadeliğin, alın terinin ve
henüz kirlenmemiş o eski köy zamanlarının birer sembolüydü. Üzerindeki, teri
henüz kurumamış gömleği gibi, o lastikler de Hasan Şen’in kim olduğunu, nereden
geldiğini ve neye değer verdiğini haykırıyordu.
Bizler gösterişli laflar etmeyi,
büyük büyük binalarda ahkâm kesmeyi severiz. Ama hayatın en büyük dersini bazen
bir pasajın koridorunda, elinde bez, ayağında kara lastikleriyle sessiz sedasız
çalışan bir adam verir. Hasan Şen, bize çalışmanın, dürüstlüğün ve sadeliğin en
büyük erdem olduğunu her gün yeniden hatırlatıyor.
Yolunuz Belediye İş
Merkezi’ne düşerse, etrafa şöyle bir bakın. O pırıl pırıl parlayan camlarda, o
tertemiz koridorlarda sadece bir temizlik görevlisinin değil, Ganos Dağları
gibi heybetli, ıhlamur ağacı gibi mütevazı bir adamın onurunu, emeğini ve otuz
bir yılı aşan sevdasını göreceksiniz.
Eline, emeğine, o güzel
yüreğine sağlık Hasan Abi… Varlığın, bu şehre verilmiş en güzel hediyelerden
biridir.
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder