7 Ağustos 2025 Perşembe

MANASTIR'IN ORTASINDA BİR AŞK SIZISI

 

İNTERNET

                                  MANASTIR’IN ORTASINDA BİR AŞK SIZISI

         ( Mustafa Kemal’in İlk Aşkı: Eleni )

    “Manastır’ın ortasında var bir havuz…”

   Bu türküyü ne zaman duysak, içimize Rumeli’nin o serin ve deli dolu rüzgârı dolar. Arnavut kaldırımlı sokaklarında gezinen bir hüzün ve coşku, yüreğimizin tam ortasına oturur. İşte o türkünün doğduğu topraklarda, o havuzun başında, sadece bir halk ezgisi değil, aynı zamanda tarihin en zarif, en dokunaklı ve en mahrem aşklarında biri filizlenmiştir. Bu, henüz bir milletin kurtarıcısı olmamış ama gözlerindeki zekâ ve yüreğindeki ateşle geleceği müjdeleyen o genç askeri lise öğrencisi Mustafa’nın, Manastır eşrafından Eftim Karinta’nın biricik kızı Eleni’ye duyduğu saf ve ölümsüz aşkın hikâyesidir.

   Bu aşk, öyle romanlarda okuduğumuz, filmlerde izlediğimiz abartılı sahnelere sahip değildir. Belki bir hafta süren bu sohbet, belki aylara yayılan gizli bakışmalardır hepsi, bir evin balkonundan caddenin köşesinde bekleyene uzanan bir selam, bir gülümseme, bir anlık kalp çarpıntısı… Ama asil ruhların ve temiz yüreklerin hissettiği o ilk sevda ateşi, ömür denilen yolculuğun en unutulmaz, en derin izini bırakır. Mustafa ile Eleni’nin aşkı, tam da böyle bir izdir. Biri, omuzlarında taşıyacağı vatan yükünün henüz başında bir fidan; diğeri, kendi muhafazakâr dünyasının en narin çiçeği…

   Peki, bu iki genç kalp neden birleşmedi? İşte bu sorunun cevabını, onların aşklarını sıradanlıktan çıkarıp bir destana dönüştürür. Onları ayıran ne bir düşmanlık ne de bir ihanettir. Onları ayıran, kaderin her ikisi için çizdiği farklı yollardır. Mustafa’nın yolu, milletin istiklaline adanmış çetin bir mücadele yoluydu. O,kişisel mutluluğun değil, bir ulusun varoluşunu seçmek zorundaydı. Eleni ise o dönemin toplumsal koşulları içinde, ailesinin ve çevresinin beklentileriyle şekillenen bir hayata yürüyecekti.

   Onların büyüklüğü de burada başlar. Tıpkı Kerem’in Aslı’ya, Tahir’in Zühre’ye kavuşamayarak sevdalarını ölümsüzleştirmesi gibi, Mustafa ile Eleni’de kavuşamamalarına içleri kan ağlayarak saygı duydular. Birbirlerinin kaderlerine engel olmak yerine, o kısacak anda yaşadıkları saf sevginin hatırasını bir ömür yüreklerinde taşıdılar. Bu hikâye bize, sevginin sadece sahip olmak, birlikte olmak olmadığını öğretir. Gerçek sevgi, bazen en büyük fedakârlığı yapabilmek, sevdiğinin yoluna saygı duyup o yoldan çekilebilmektir. Mutluluğun sadece mülkiyete dayanmadığını, yürekte taşınan bir sadakatin ve anının da insanı bir ömür yaşatabileceğini gösterir.

   Bu dokunaklı aşk hikâyesinin tarihin tozlu sayfalarından kurtulup bize ulaşmasını sağlayan Üsküplü yazar Remzi Canova’dan, bu izi derinleştiren Altan Araslı’ya, Makedonyalı tarihçiler Trayko Ognenowski ve Çane Zdravkov’a tüm tarih ve gönül emekçilerimize sonsuz minnet borçluyuz. Onlar sayesinde anlıyoruz ki, bir milletin kurucusu olmuş o büyük dehanın, Mustafa Kemal Atatürk’ün kalbinin derinliklerinde de tıpkı bizim gibi, hepimizin hissettiği gibi insani, dokunaklı ve masum bir aşk sızısı vardı.

   Bugün Manastır’a yolu düşenler, o meşhur türküyü mırıldanırken artık sadece bir ezgiyi değil, genç bir askeri öğrencinin yüreğinde bir ömür taşıdığı o büyük, mahrem ve saygılı aşkı da hatırlasınlar. Bu öykü, tiyatrolara, filmlere konu olmayı ve gençlerimize sevginin en saf, en fedakâr halini anlatmayı ziyadesiyle hak ediyor. Çünkü Mustafa ile Eleni’nin hikâyesi, sadece bir aşk öyküsü değil, aynı zamanda bir vatan sevdası uğruna kişisel arzulardan nasıl vazgeçilebildiğinin de en asil kanıtıdır. O aşk, Manastır’ın ortasındaki sulara karışmış, o türküyle birlikte sonsuza dek yaşayacak bir gönül mirasıdır.

   Bu öykü, bu eserle beni tanıştıran Kenan Oflaz’a ve onun zihninde gezinen, dolaşan yüzlerce, binlerce öykü;  şehir ve ülke kültürüne adanmış bir insanın yüksek ve asil duruşu adına teşekkürü borç biliyorum…

 Güven SERİN

  


Hiç yorum yok: