KURUYAN BİR AĞAÇ ve UNUTLAN BİR VİZYON
( Sayın Müze Müdürü )
Tekirdağ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin tam karşısında, İbrahim Müteferrika Parkı’nda yaşlı bir dişbudak ağacı can çekişiyor. Yaprakları çoktan kurumuş ve dalları çok yorgun, kökleri hayata küsmüş gibi… Her gün önünden yüzlerce insanın geçtiği bu ağacın sessiz ölümü, aslında bize bir ağaçtan çok daha fazlasını anlatıyor. Bize, vizyon-uzak görüşlülük sahibi bir liderin bir şehre nasıl bir ruh kattığını ve o ruhun sahipsiz kaldığında nasıl yavaş yavaş solduğunu haykırıyor.
Bu hüzünlü manzarayı daha anlamlı kılan ise, tam karşısındaki müzenin ve o parkın varoluş hikâyesidir. O hikâyenin kahramanı, kurucu müze müdürü Mehmet Akif Işın’dır.
Mehmet Akif Bey, maaşını alıp müzesinde oturan bir müdür değildi. O,bu şehrin tarihine, kültürüne ve doğasına âşık, idealist bir aydın; aydınımızdır… Onun için müze sadece taş duvarlar arasında sıkıştırılmış eserlerin sergilendiği bir depo değildi; yaşayan, nefes alan, şehirle bütünleşen bir kültür yuvasıydı. Müze önünde kuruyan akasyaları söktürüp yerine Şarköy’den getirdiği zeytin fidanlarını bizzat direrken toprağa sadece fidan değil, geleceğe uzanan bir vizyon-uzak görüşlülük ekiyordu.
Onun vizyonu-uzak görüşlülük müzenin bahçesiyle, bahçeleriyle sınırlı kalmadı. Bugün kuruyan o ağaca ev sahipliği yapan İbrahim Müteferrika Parkı’nı ve içindeki tarihi çeşmeyi bu şehre kazandıran ve yine Mehmet Akif Işın’ın bitmeyen enerjisi ve kente olan adanmışlığıdır. O,sorumluluğunun müzenin kapısında bitmediğini biliyordu. Çünkü bir müze müdürü, sadece envanterdeki-dökümdeki eserlerden değil, o eserlerin ait olduğu şehrin ruhundan da sorumludur.
Şimdi kuruyan o dişbudak ağacına tekrar dönelim. Ve o ağacın tam karşısındaki müzede oturan bugünün idarecisine bir anlığına düşünelim. Kurucu müdürün büyük bir emekle şehre armağan ettiği bu parkta, gözlerinin önünde bir hayat son buluyor.
Acaba bu hazin son fark edildi mi? Yoksa bir müze müdürünün sorumluluğu, kendi binasının yeşiliyle mi sınırlıdır? Kurucusunun mirası olan karşı kaldırımdaki bir ağacın ölümü, müzenin ilgi alanına girmez mi? Mehmet Akif Işın, o ağacı yaşatmak için çırpınmaz mıydı?
İşte bu sorular, verimli ve vizyoner yöneticiyle sıradan bir idareci arasında o derin uçurumu gözler önüne seriyor.
Verimli yönetici, tıpkı Mehmet Akif Işın gibi, sadece koltuğunu değil, o koltuğun temsil ettiği tüm değerleri doldurur. Sorumluluk alanını duvarlarla sınırlamaz; şehrin her sokağını, her ağacını, her taşını kendi mirasının bir parçası olarak görür. İnisiyatifi ele alır, üretir ilham verir ve arkasında sadece düzenli bir envanter-döküm değil, yaşayan bir miras bırakır.
Diğer yanda ise mevcut durumu korumayı yeterli gören, rutin dışına çıkmayan,”sorumluluk alanım değil” rahatlığına sığınan idareciler vardır. Onların yönetiminde kurumlar işler, ama asla şahlanmaz. Miras korunur gibi görünür, ama ruhu yavaş yavaş ölür. Tıpkı müzenin karşısındaki o yaşlı dişbudak ağacı gibi.
O kuruyan ağaç, sadece bir bitki değildir. O ağaç, Mehmet Akif Işın gibi değerlerin bir şehre neler katabileceğinin ve bu vizyon-uzak görüşlülük sahipsiz kaldığında nelerin sessizce kaybedilebileceğinin hüzünlü bir sembolüdür.
Umarız ki, müzenin pencerelerinden bakan gözler, sadece karşıdaki parka değil, o parkı var eden ruhun yüklediği geniş sorumluluğa da bakar. Çünkü gerçek miras, duvarların içinde saklanan değil, o duvarların ötesine taşınabilen vizyondur-uzak görüşlülüktür.
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder