NAMİGAR DURAK BAŞBUĞOĞLU’NDAN BİR ESER DAHA
( Hem Ağlarım Hem Giderim )
Olmasaydı Yunan yazarları, şairleri, edebiyatı ve filozofları, belki de bugünkü Yunanistan bile olmayacaktı. Filozoflar ve edebiyatçıları binlerce yıl önce öyle bir harç karmışlar ki bugünün Yunan ulusu, Avrupa’nın şımarık çocukları kabul ediliyor. Korunup kollanıyor; geçmişin o değerli; edebi, felsefi eserleri-harçları hatırına…
Tekirdağ’ın yazarları, şairleri ne kadar çok üretirse, hatta ne kadar çok okuyucuyla, eleştirilerle buluşurlarsa, şehrimizin edebi harcı, felsefi dünyası o kadar genişler, derinlik kazanır ve çağlar ötesine taşınır; bizler yokken bile, varmış gibi esintileri her şafağın vakti bu topraklarda yaşayanlara can suları taşır…
Bu yazıyı yazarken bile Namigar Durak Başbuğoğlu bir başka eseri yayın yaşamına hazırlıyor olabilir. Kendisi, üretmek, kayıp zamanların boşluklarını kapatmak isteyen çok önemli eğitimci, araştırmacı yazarlarımızdan birisidir…
Kitabının-eserinin ( Hem Ağlarım Hem Giderim ) ilk sayfasında, yazarın teşekkür yazısı var. Doğmuş olduğu Oruçbeyli köy insanlarını tekrar tekrar birçok eserinde bağrına bastırdığı gibi yine o üretken köy insanlarını selamlıyor. Elbette her daim yanında olan eşi Bülent Başbuğoğlu’na da teşekkür etmenin erdemine tutunuyor.
Kitabın önsözüne katkı veren geçen dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Albayrak ve Güven Serin’e de teşekkür ediyor. Bu eserin metin düzenlemesinde büyük katkılar sunduğu için Türkçe öğretmeni Gülderen Candemir Nalça’ya da teşekkür ediyor. Tekirdağ sanatına büyük katkılar veren bir başka Oruçbeyli sanatçı, her daim rahmetle andığım Nevzat Avcı’ya, Hasan Gönül’e, Lütfü Yavuz’a yapılan teşekkürler, bu esere dokunan insanların; yaşayan veya yaşamayanların ne kadar büyük zenginlik olduğunu da anlamak mümkündür.
Yazarın önsöze kattığı şu cümle;
“ Geçmişi, sadece bilmek yetmez; gelecek kuşaklara da aktarılmalıydı. Bunun yolu da yazmaktan geçiyordu. Ne de olsa; ‘ Söz uçar yazı kalır…’ Ben de bunu yaptım!”
Yazarın kendi doğduğu Oruçbeyli köyü, yaşadığı Tekirdağ Süleymanpaşa ile kurmuş olduğu edebi, felsefi ve duygusal bağların derinliğini anlamak için yukarıda alıntıladığım sözün derinliğine bakmak yeterlidir. Dünyada söz sahibi, öncü olan ulusların kütüphanelerine bakmak da önemlidir…
Olmasaydı Sümer kitabeleri, Eski Mısır yazıları, o uygarlıklardan geriye anlatılacak çok az şeyler kalırdı…
Yazarımız kitabını-eserini iki bölüm halinde hazırlamış. İlk bölümünde köy düğünlerini, ikinci bölümde ise Tekirdağ yöresel kıyafetlerini sadece fotoğraflarla değil, öyküleriyle, mercek altına alarak aktarıyor.
Hatta bu öykülerin neredeyse gözlemcisi, her hikâyenin içindeymiş gibi, kına törenlerinden tutun da, gelinlerin gözyaşlarının ipeksi saf dokularını hissettirecek kadar okuyucuyu yakına davet ediyor.
Detaylara girerek; insan denen canlının duygularını, saygı, sevgi ve disiplin içinde kullandığı zaman, erişeceği o değerli uygarlıkların önemini de anlatırken, okuyucuyu zamanın tanığı-şahidi yapıyor…
Kısacası sayın okuyucu, Namigar Başbuğoğlu’nun bu eserindeki tatlar, yakın zaman önce bizi biz yapan köy düğünlerinden, yöresel giysilerden oluşuyor olsa bile bizim insanımızın binlerce yıllık yaşam serüvenlerini, bir arada gerçekleştirdikleri yüksek köy kültürü ve bilincini de onur duyulacak şekilde ve yeniden filizleniyor. Gün yüzüne çıktığı gibi, gelecek kuşaklar için eşine az rastlanacak, araştırmacılar için kaynak eser olarak aranacak bir sanat eserine sahip olduğumuzu onur duyarak duyurmak isterim…
Kız İstemeleri, Söz Kesilmeleri, Çeyiz Düzmeleri, Çeyiz Sermeleri, Alay, Düğünler, Gelin Cuması, Kınacı-Kâhya Kadın, Ahret Dalı, Kına Manileri ve daha şimdiden yitik kültürler arasına girmiş bu yaşanmışlıklar bu eserin her sayfasında toplumsallığın öykülerini, sosyolojinin disiplinini anlatmakla kalmıyor, zihinlerimize yerleştiriyor.
Mani demişken, yazarımızın annesi Şükriye Durak’tan dinlediği maniyi de paylaşmak istiyorum;
“ Bugün hava dumanlık,
Yandı bizim samanlık.
Kara gözlü yârimi,
Yakışmıyor çobanlık.”
Güven SERİN