19 Nisan 2025 Cumartesi

SYLVİE ÜZGÜN,SYLVİE YASTA

 



Karaailoğlu Parkı Antalya

Arkadaşım Çitlembik Ağacı Karaalioğlu Parkı

                                SYLVİE ÜZGÜN, SYLVİE YASTA

  Bilirsiniz, eski uygarlıkların acılarla baş etme biçimlerinden birisidir ağıtlar. Yanık ve gür sesleriyle ağıt yakıcılar, korkuturlar acılı insanın başına üşüşmüş kendisini parçalayacak kara düşünceleri…

   Sylvie’yi uzun zamandır tanıyorum. Antalya Kaleiçi diyarına ne zaman gitsem onun güvenli, huzurlu, temiz tam bir aile havası içinde olan pansiyonunda kalmak isterim…

   Her zaman olduğu gibi uzun aralardan sonra bile gittiğimde Sylvie:

—Senin her zamanki odanı hazırladım, der kendine özgü tebessümü, samimiyeti içinde. Öteden beri 6 numaralı odada kalıyorum. Sylvie’nin küçük, bakımlı, içinde ağaçları, çiçekleri olan bahçesine bakan 6 numaralı oda…

   Görüşmeyeli, zaman çarkının aldığı yol, dünya zamanına göre tam tamına 5 yıl oldu. Ayrılırken kış ayı içerisinde Fransa’ya gideceğini, yaşı epey ilerlemiş annesini yanına alacağını söylemişti.

    Çoğunluk Ekim ayı buluşmaları, Antalya ile bu zamana rastlayan kavuşmalar olsa da bu sefer Kasım sonunu ile Aralık başına denk geldi. Sylvie’nin pansiyonu her zamanki gibi, bakımlı; tertemizdi. Giriş salonunda karşılayan çalışanı Sevda Hanım oldu. Kızı Sibel Hanım ardından “Hoş geldin” dedikten sonra iç bahçede Sylvie ile karşılaştık. Hüzünlü ruhunun elini öptüm…

   Ne kadar gizlese, o an hissettirmese de yüzüne yapışan şey, geçen BEŞ yıl değildi. Bir hüzün, acı ve yas oturmuştu, işinin aşağı ve her zaman tebessümü eksik olmayan, her daim neşeli, hareketli ve müşterilerini bir aile görüp kabul eden Sylvie’de.

   O yüzden bir şey sormayıp, lafı öteden beriden dolaştırıp ikimiz de bir güzel idare etmeye çalıştık. O an istedim ki Hamlet, bir ağıt yakıcı gibi Şekspir’in kaleminden tekrar doğum oraya gelsin ve haykırsın:

 —Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!

Düşüncemizin katlanması mı güzel

Zalim kederin yumruklarına, oklarına

Yoksa diretip bela denizlerine karşı

Dur, yeter demesi mi?

   Görünen o ki, zaman çarkı dünyayı süpürmeye devam edecek. İnsan denen canlı, yakınında bulunan insanların zamansız ölümlerine her daim Şekspir’in,Hamlet’in,Macbeth’in,Brutus’un,Julıet’in haykırışlarını da dünya edebiyatıyla birlikte insanlığın zihinlerine mühürleyecek…

   Peki, ama işini, torunlarını, çocuklarını, doğduğu toprakları (Fransa ) severek yaşadığı kendi ülkesi kabul ettiği Türkiye’yi yüreğiyle, zihniyle seven bu insan niçin yastaydı?

   Ve beş on dakika sonra beklenen an geldi ve çattı:

—Sen bilmiyorsun değil mi? Oğlum, kalp krizinden öldü.

   Hastane yöneticisi olan yaşı birçok genç ölüm gibi çok genç olan çok zalim bir ölüm haberi daha… O an, o zalim çarka bir tokat atmak isteğini, sessizliğe bıraktım. Her ikimiz de konuşmak istiyordu ama SUSARAK…

  Sylvie’nin gözleri doldu ve taştı. Bildik bütün kelimeler buharlaşır gibi oldu. O ana verilecek hiçbir cevap yoktu… İstedim ki yine dünya edebiyatına ses, soluk, vicdan, şefkat olmuş:

—Merhamet zorla olmaz;

Gökten süzülen yağmur gibidir.

İki yönden kutsaldır:

Hem vereni kutsal kılar, hem de alanı.

En yüce kişilerde en güçlüdür;

Tahtına oturan hükümdara

Tacından daha çok yaraşır.

    Bir oğul ve ardından yaşlı annesini kaybeden Sylvie, işte bu yüzden üzgün ve yasta. Şefkatin memelerinden süt emmiş, vicdanın kollarında uyuyan, nezaket ve samimiyet bahçelerinde gezinen herkesin içindeki o soylu ve acı yüklü hüzün, onun da gözlerinden süzülüyordu yeryüzü pınarlarına doğru…

 Güven SERİN 


 

 

 

 

 

  








Hiç yorum yok: