KENDİ DÜNYASINI İNŞA ETMİŞ KAPTAN
Daniel Defoe’nin Robinson Crusoe romanı niçin çok sevildi? Bu büyük eserin yayınlamadığı, girmediği ülke yok gibidir. Orada da kendi dünyasını inşa eden; ıssız bir adada yaşama mücadelesi denen mucizeyi serüven tadıyla anlatan, aktaran ve hayatta kalmayı başaran bir karakterin eseridir.
Milyonlarca insanın içinde, sönmüş volkanlar gibi yaşayan serüven ateşleri susmuş görünse de, her daim kıpır kıpır bir yeraltı nehri gibi süzülüp dururlar. Kimileri ıssızlığın içinde, kimileri ise kalabalık kentlerde: Yaratıcının insan doğasına, zihnine kazandırdığı ölümsüz düşler gibi, herkesin gözleri önünde…
Kendi serüvenini, sonsuzluk hissiyatı veren okyanus sularının en tenha adasında yaşar gibi yaşayan Tamer Kaptan’ı Mart ayının ilk günlerinin birisinde ziyarete gittim. Hiç vakit kaybetmeden denizin kıyısına indik. Uzakta bir aile, güneşin son ışıklarını, deniz ile kesişen dostluğunu izlemek için seyyar koltuklarıyla birlikte gelmişler.
Tamer Kaptan’ın yaşadığı yer tam da onun istediği, edebi sörf dünyasında peşlerinden koştuğu serüvenlerin sahneleri gibi bir kıyı şeridimiz. Deniz kıyı şeridinden epey çekilmiş durumdaydı. Tamer Kaptan denizi izah etmek için:
—Deniz çekilmeye başlayalı yıllar önce başladı. Hemen bir günde çekilme olmadı.
Denizin çekilmesinin ağır ağır olduğunu birkaç sözcükle anlatıverdi.
Zaman dediğimiz kavram, günün yarısını geçeli epey olmuştu. Güneş uzaklardan da olsa ısıtıyordu Tamer Kaptan’ın, her güneşli günde kitabını okuduğu deniz kenarını.
Günün ilk yarısını, katılmış olduğum cenaze töreninin hüzünlü kıyılarında olgunlaştırdım. Gözyaşları içinde uğurlanan ölümün, bir köy mezarlığında, uzaktan kuş ve baharın seslerinin, kokularının duyulduğu, cenazeyi insanların merak, hüzün içinde izlediği ve uğurladığı yerde geçirdim. Geri kalan yarısı da güneş batmadan önce denizin kıyıcığında bir yerde…
Özlenen buluşmaların sohbetleri bildik zaman dilimine sığmasa da, bıraktıkları tatlar, yaptıkları yeni keşifler, insan danen canlının hareket içinde olmasının değerini ve zenginliğini de kanıtlıyor.
Tamer Kaptan’nı tanıdığımdan bu yana, özgürlüğe vermiş olduğu değeri biliyorum. Denizlere duymuş olduğu tutkunun bir diğeri de dağlara, en yüksek tepeleri olan dağlara da, usta bir dağcı gibi merak duyuyor.
Yaklaşık 14 yıl önceydi Kaptan’ın Ağrı Dağı zirvesine çıkma düşü. Birlikte karar vermiş olsak da kendi adıma belli riskleri göğüsleyemediğim için, o yalnız gitti zirvesi her daim buzla kaplı olan Ağrı efsanelerini kendisinde saklayan Ağrı Dağı’na.
Ağrı Dağı’nın heybetini Tamer Kaptan’ın zirve yolculuğundan çok sonra Güney Kafkasya yolculuğumun bir bölümü olan Ermenistan’ın başkenti Erivan’a yapmış olduğum seyahatte gördüm. Ermeniler için kutsiyet taşıyan bu dağa, onların baktıkları yüksek tepelerden bakarak izledim, içinde efsaneleri, şarkıları, türküleri, masalları gizleyen Ağrı’yı.
Tamer Kaptan’ın Ağrı yolculuğu, tam bir maceradır. Risk alanların tahtına kurulacağı, birçok sıradan insanın “Başyapıtım” diyeceği yolculuk ve tırmanışlarından birisi yaşanmıştır.
Ağrı macerasından çok önceleri,2001’in başları Tekirdağ sahilinden, günün çok erken saatlerinde boyu yaklaşık 4,5 metrelik bir tekne-yelkenlisiyle açıldılar; denizin aydınlanmaya başlayan ışıklı dalgaları arasında. Arkalarından el sallayan iki kadın uğurladı deniz serüvenine çıkan iki kardeşi.
Tamer Kaptan ve ağabeyi İlker Pala, bazı insanların düşlerine bile koymadığı yolculuğa; Bodrum’a kendi yelkenli tekneleriyle gitmeye karar verdiler. Günler süren yolculukları Hemoros’un Odysseia Destanı kadar uzun olmasa da daha önce böyle yolculuğa çıkmamış olanlar için başlı başına kişisel bir destanın parçası oldular.
Bazen rüzgârın danslarıyla şaha kalkan dalgalar arasında kayboldular. Bazen de sessizliğe, ıssızlığa, yerin yedi kat altına çekilen rüzgâr yüzünden saatlerce esmesini, dile gelip yelkenlerini şişirmesini beklediler.
Bir gece denizlerin tanrısı Poseidon’un yollarını şaşırtması yüzünden Yunan adasına çıktılar. Yakıcı güneşler altında onları sınayan günler, dondurucu ayazların altındaki geceler süren bir deniz yolculuğu öyküsü…
Tamer Kaptan’ın kendi özgür ruhu ve zihniyle inşa ettiği dünyası bir okyanus kadar zengin, ovalar kadar bereketlidir. Destansı zenginliğe sahip olamayanların ve olamayacak olanların düşleri ve gülümsemesi tamamıyla mavidir… Bu maviliği sadece dağları ve denizi sevmesinden değildir.
O’nun mavi yolculuğu; Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu arkadaşlıklarının buldukları, ülke maviliğine, serüven kültürüne hediye ettikleri mavinin öz parçası gibidir…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder