8 Eylül 2022 Perşembe

GEL DE SİLO'YU ARAMA

 


Kamera; Güven 

                                      GEL DE SİLO’YU ARAMA!

    Silo kim deseniz; size şu sıfatı, şu malı-mülkü, rütbesi var diyemem. Silo; yani bu şehirde yaşamış Süleyman… Sessiz, sedasız, omuzlarında setresi, ayağında üzerilerine bastığı iskarpinleriyle Kara Süleyman.

    Kısacası ona SİLO diyoruz. Tekirdağ’ın sosyal, kültürel yaşamının kıyıcığında, en kuytu yerlerde yaşamış, kendi krallığında hüküm sürmüş Süleyman…

   Bilinen bütün krallıklar yıkılmaya, zamanın eleğinden geçip, yok olmaya mahkûmdur. Edebi dünyanın krallığına hak kazandıysanız o zaman iş başka… Don Kişot, Hamlet, Faust, Çalıkuşu, Bekçi Murtaza, Savaş ve Barış, eserlerin karakterleri, kahramanları gibi zamansızlığın hafifliği içinde, insanlık yaşadığı sürece yaşarsınız.

   Bizim Silo da kendi şehrinde, bir avuç edebi düşünceli insanların gözünde tıpkı diğer kahramanlar gibidir. Unvansız, malsız, mülksüz, evsiz-barksız ama kuytu köşelerin, gece ayazı bol olan yerlerin kralıdır Silo.

  Silo gibi insanlar şehirlerin, çarşı ve mahallelerin şövalyeleri olmakla birlikte, renkleridir de. Çoktan ölmüş olan Cevat, Küp Ali, Şerif, Bay Kravat, halen yaşayan Bizim Yakup, Hazineci Başı Mehmet, Bizim Dağlı gibi; onlar, evrenin yolculuğunda evrim tarafından seçilmiş masum kahramanlardır…

  Silo ile en kalıcı, belirgin ve içi dolu anım şöyle oluştu. Bir gece atölyede çalışmaktaydım. Kim bilir hangi öyküsel yazının, düşün peşinde dokunuyordum klavyenin tuşlarına. Telefonum çaldı. Arayan Yunus Usta: Helva satış dükkânında, soluklanmak, cigarasını tüttürmek için arkaya-bahçeye bakan tarafa çıkmış.

   Soğuk kış gecesinin ilerleyen vaktinde Yunus Usta;

—Güven nerelerdesin? Dediğinde;

—Atölyedeyim, sözünü duyar duymaz;

—Acilen bizim dükkânın arka bahçesine gelmelisin. Silo orada. Bir ateş yakmaya çalışıyor!

  Yunus Usta’nın sözlerindeki heyecanı hissedince, acilen, bir paket bisküvi, atölyede kalan son elmayı ve fotoğraf makinemi alır almaz söylenen yere gittim. Atölyeye 100 metre uzaklıkta bir yer. Kesmekaya Sokak üzerinde, güzel bir park oldu orası. O zaman ise ıssızlık hâkimdi. Silo gibi evsiz-barksızların kaldığı, sert kış zamanlarında saçak altlarında, kuytu yerlerinde geceyi geçirdikleri yere geldim.

  Gece gibi simsiyah bir teneke içinde çalı-çırpı, kâğıt, küçük odun parçaları tutuşmak üzereydi. İnanılmaz bir duman ve bu dumanların içinden çıkacak ateşi, ateşin var edici alazlarını bekleyen Silo, olduğu gibi duman soluyordu. Nasıl dayanıyordu, nasıl duruyordu bilinmez…

  Elimde tuttuğum bisküvi paketi ve elmayı Silo’ya uzattım. Siyah yüzünden de daha kara bakışlarında kadim dünyalardan kalan bir bakış; Aborjin bir yüz gördüm. Kıpırtısız, duygusuz sandığınız ama deryaları gizleyen, yeraltı kaynakları gibi, keşfi bekleyen kara zengin ve dupduru bir bakış karşısında ezildim…

  Silo’dan tek fotoğraf hatıraları o gece çekildi. Onunla bu kadar yakın ve yüz yüze konuşma da o gece yapıldı. Silo, çoktan başka dünyalara gitse bile, edebi kahramanlar gibi adı, şanı ve onun sıradan görünen basit, temiz anıları kaldı geriye.

  Setresi omuzlarında, geceden kalan ayaz ise ruhunda, günün erken saatleri ilerlerdi Muratlı Caddesi başına. Güneşin, doğanın sıcaklığının ilk vurduğu, ilk ısıttığı yerde, ayakları üzerine çömelir, tekrar dünyaya geri dönmek için eksi bilmem kaç derede donup da geceyi geçiren kurbağa, küçük bir kuş gibi buzlarının erimesini bekler, sonra tekrar dönerdi, kargaşası, hilesi, kurnazlıkları bol olan dünyaya.

  Makyajlı dünyaya aldırış etmeden yaşadı Silo. Bir yudum şarap, birkaç yudum ekmek ve krallığının sınırsız hoşgörüsü, özgürlüğü onun en değerli zenginiydi. Sarılmıştı o krallığın kendisine sımsıkı...

    Gecenin öz çocuğu gibi, kara suratı, kara bakışlarıyla kadim bir bakış, sesiz içerisinde kendi yürekli tercihini yapmış olmanın krallığında; Kesmekaya,Direkleraltı,Süleymanpaşa ve Tekirdağ’da yaşadı Silo: Saygılarımla SİLO…

Güven SERİN 


Hiç yorum yok: