11 Şubat 2022 Cuma

YİĞİDİM YİĞİT OLMASINA YA

 

Kamera; Güven SERİN - TEKİRDAĞ

Kamera; Güven SERİN 

Kamera; Güven SERİN
Hasan Akarsu-Öksel Demir

Kamera; Bülent

                                     YİĞİDİM YİĞİT OLMASINA YA!

 

   Bazen sahilde görürdüm O’nu. Kaldırılmadan, deşilmeden bağrı Liman Çay Bahçesi’nin iğde ağaçlarının serin gölgesinde otururduk bazı. Öğrenmiştim ondan Frişka rüzgârının Tekirdağ’a da uğradığını.

  O’ndan önce bilmezdik Hora Feneri’nin yüzyılı çoktan aşmış öykülerini. Karanlıkların, fırtınaların dövdüğü denize ışık çakan Hora Feneri denen Tanrıçanın Tekirdağ’a insanına, üzüm bağları ve zeytin kokuları olduğu tepeden kaldırdığı şarap kadehini, görmezdim o şair olmasaydı…

   “ Yiğidim yiğit olmasına ya/Yanık türkülere vurmayın beni” der sanatçı. Öyledir O’nun gülüşü, bazen Frişka rüzgârıyla demlenir, kimi beyaz bir kadının düşlerini sararak eylül mavisinde…

  “Gitmek kaldı yine bize

Soyağacını yazmak sevdaların

Kavgaların ve acıların!

Serin ve çağıltılı suyu gibi boğazların

Bir yaşımı bir yaşıma taşımak

Bir denizi bir denize

Beyaz bir kadının

Düşlerini sararak eylül mavisine…”

  Bir gün rastladım ona, bırakmış kendini Tekirdağ’ın rüzgârına.1940 yılında doğmuş doğmasına, o hep çocuk, tıpkı bir başka şairin, Orhan Veli’nin şiirindeki çocuk gibi;

“ Ben Öksel Demir

1940 yılında doğdum

1 yaşında Frişka rüzgârını duydum

2 yaşında denize dokundum

7’sinde mektebe başladım

9 yaşında yazmaya

10 yaşında okumaya

15’inde şiiri bildim

16’sında öykülerde gezindim

20’sinde Varlık, Yeditepe, Türk Dili, Dost, Yelken, Ataç, Değişim, Yeni Gerçek dergilerinde şiirlerimi, düz yazılarımı gördüm…”

“ Yiğidim yiğit olmasına ya

Yanık türkülere vurmayın beni

Tutuşur dizelerim dizelerim sonra

Her biri yıldız kendi halinde

Geceleri inen inen sessizlik

Umarsız açan eski yaradır

İşte yine yükseldi duvarlar

Etme gözlerim koru kendini”

  Nevzat Çelik’in şiiri, Ahmet Kaya’nın yorumu, kim bilir kaç kez dinlediğim bu melodi, hiç böyle hissettirmemişti beni…

  Düşününce şehri seven birini, kalemi tutan elleriyle, duygulara dem üfleyen şairi, yazarı, öğretmeni ve sanayiciyi, buluşmalar olmayınca kahve tadında atölyemde: Artık, telefondaki seslerimizle hal-hatır sormalara tanıktır bizim dostluğumuza. Yazgılıdır duygular gökyüzünden ötelere ulaşmaya, namludan çıkan mermi gibi, varacaktır menzile…

  Şimdi, şu anda, muhtemelen denizine bakıyordur bulunduğu bol ışıklı evinin koltuğunda. Elini uzatsa dokunacağı denizin, evinin bulunduğu yerden girmezler miydi çocuk çığlıkları içinde, yüzmez miydi serin sularında? Tutmazlar mıydı, gümüş ışıklar saçan balıkların en has olanlarını?

  Belki de kendi yazdığı şiirin dizeleri eşliğinde seyrediyor değerli bir ömrün upuzun serüvenini, termal rüzgârı yakalamış Çılgın Albatros’u izlerken fısıldıyordur;

“ Hadi, bırak kendini göçmen kuşların rüzgârına.

Senin hüznün karanfil kokusu

Bir yosun gibi vurmuşsun kumsala

Hadi bırak kendini

Kırgın bir kent kıyısına

Kendine çıkan bir sokağa

Senin öykün, senin için artık

İzin kalmamış kumsalda.

Hadi, yoğunlaş

Yoğunlaş ve dol bardağına.”

 Güven SERİN 

 


 








Hiç yorum yok: