28 Aralık 2021 Salı

TİYATRO SANATI AĞIR İŞÇİLİKTEN AŞAĞI KALMLAZ

 

İnternet

                 TİYATRO SANATI AĞIR İŞÇİLİKTEN AŞAĞI KALMAZ

 

  Bir tiyatro ve öykü yazarı tiyatro sanatını anlatmak için;

  “ Maden işçiliği mi daha ağırdır, yoksa tiyatro sanatçılığı mı? Elbet maden işçiliği! Ama tiyatro sanatçılığı da insanı yıpratma bakımından ağır işçilikten aşağı kalmaz.” İfadelerini yıllardır tiyatronun yakınında birisi olarak, yitirmiş olduğu tiyatro sanatçıları; arkadaş ve tanıdıklarının genç yaşta ölümlerine dikkat çekiyordu.

  Antalya Şehir Tiyatroları bekleme salonu duvarında, tiyatro sanatını anlatan bir yazı asılıydı. Fransız tiyatro yönetmeni Ariane Mnouchkine’nin ifadeleri, bütün çıplaklığı ve gerçekliğiyle anlatıyordu maden işçiliğinden aşağı kalmayan tiyatro sanatını;

“ İmdat!

Tiyatro yetiş imdadıma!

Uyuyorum uyandır beni

Karanlıkta kayboldum, yol göster bana ya da bir ışık yak

Tembelim, utandır beni

İlgisizim, vur bana

Aldırış etmiyorum, yok bu halimi

Korkuyorum, cesaret ver bana

Cahilim, öğret bana

Canavarım, insancıllaştır beni

Yüksekten atıyorum, gülmekten öldür beni”

  Diye devam eden tiyatro öğretileri, gelmiş geçmiş tüm zamanların insanlığını-sosyolojisini anlatıyor. Söz konusu insansa, bire bir insan karşısında sahnede olmak varsa, tiyatro sanatı ve sanatçısı en ağır yükü, gönüllü bir yazgı tercihi içinde kabullenmiştir…

  Tiyatro’nun, edebiyatın her daim içinde olan Keşanlı Ali Destanı’nın yaratıcısı Haldun Taner en yalın gözlemlerini anlatıyor tiyatro adına;

  “ Tiyatro sanatçılarının yaşam öyküsüne bir göz atın. Altmışını aşan oldukça azdır. Çoğunluk dünyadan genç yaşta ayrılır. Bu belki de yüksek voltajlı yaşamın bir kefaretidir. Yıpratıcı bir mesleğin, önünde sonunda bünyeleri yakması, yıkması sonucudur.”

  Sevgili okuyucu dikkat ederseniz yaşam içerisindeki sahip olduğumuz birkaç rolü bile tam hakkıyla yerine getiremiyoruz. Tam manasıyla fikrimizin, bilgimizin, deneyimin olmadığı; babalığı, anneliği, eşliği, kocalığı üstleniyoruz üstlenmesine ama yarı kör ve yarı ezber yöntemlerin itme ve kakmaları, hatta kargaşaları içinde; “ Kervan yolda düzülür” mantığı, yetmezlik içerisinde, yaşam boyu üstlendiğimiz birkaç rolün kırık, buruk çırpınışları içerisinde hiçbir şey anlamadığımız ömürler sürüyoruz.

  Ya tiyatro sanatçısı? Her sahne bir başka rol, her rol, bir başka düşündürme, güldürme, aydınlatma ve uyandırma sanatıyla yüklüyse, sizde bu yükü gönüllü kabul etmişseniz; eninde sonunda güveneceğiniz tek şey sinirleriniz olacaktır.

  Dayanaklarınızın enerjisi, kalıcılığı ne büyük alkışlarda, ne de binlerce mumluk spotların göz alcık ışıklarındadır! Sanatçı gücünüzün bir tek beslenme şekli var; işinize dört elle sarılmış olmanın gayreti ve sinirlerinize hâkim olmak…

  Dumas hiç de haksız değil görüşünde;

“ Tiyatro oynamak her gece yüzlerce insanla aşk randevusu almaya benzer.”

  Söz tiyatrodan ve tiyatro sanatçılarının ağır yaşamlarından açılmışken, her ilimize, her ilçemize tiyatro binasının, sahnesinin yapılmamış olması da ayrı bir kayıp değil de nedir?

  Sözü yine ustaya, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu eserinin yazarına bırakıyorum;

“ Tiyatro terapidir, lafını unutmayalım. Sahne çoğu zaman dertlerin, mızmızlıkların, ruhi dağınıklıkların bittiği yerdir. Orda insan derlenir toparlanır.

  Sanki sahnede ölüm gelmez gibi inanç vardır. Bu inanç boşuna değildir. Ölüm oranı çok yüksek bir meslek olmasına karşın, sahnede ölen oyuncu şaşılacak kadar azdır.”

  Medeniyetlerin altın çağları denen zamanlardaki şehir devletlerine bir bakın; tiyatro en görkemli köşeye kurulmuştur. Kütüphane, çarşı, meydan, eğlence yerleri gibi; hepsi insanın daha az hasta olması, daha huzurlu yaşaması adına doğmadıysa niçin doğmuş olabilir?

Güven SERİN 




Hiç yorum yok: