BİR ESERİ KALICI KILAN, ZAMANA KARŞI
DAYANIKLI KILAN NEDİR?
“ Edebiyat alanında bir yazarın eserini önemli kılan nedir sorusuna sık sık verilen bir cevap; o eserin kalıcılığı, zamana karşı dayanıklılığı olduğudur. Ne var ki bu kalıcılık sonuçtur. Asıl sorulacak soru: Bir eseri kalıcı kılan, zamana karşı dayanıklı kılan nedir?”
Eser deyince akla resim, heykel, kitap geliyor ilk bakışta. Neredeyse yüz yıl önce kurulan Türkiye Cumhuriyeti de bir eserdir. Filozofun edebiyat sorgulamasında yaptığı sorgulamayı Türkiye Cumhuriyeti için yapabilir ve şu soruyu pekâlâ sorabiliriz;
“ Türkiye Cumhuriyetini dayanıklı ve kalıcı kılan nedir?” Cumhuriyet kurulur kurulmaz yapılan devrimlere biraz eğilirsek, bunca hırpalanma, kemirilme karşısında yüz yıldır dimdik niçin, nasıl kaldığını, felsefe serüvenindeki Andronikos’un kendisiyle karşı karşıya geldiği iç hesaplaşma gibi hesaplaşabilir, özümüze daha büyük özgüven, bilgi ve görgü katabiliriz…
Keşiş Andronikos kimdir? Bu yazıma ilam kaynağı olan kişidir. Bizans İmparatorluğu, İmparator III. Leon ( M.S.717–741 ) zamanları yaşamış bir din adamının içsel yolculuğu; Kuçuradi’nin ifadesiyle; “ Değer, değersizlik, değer ile değersizlik çatışmaları”
İonna Kuçuradi bu yolculuğa Bilge Karasu’nun en eski eserlerinden birisinden destek alarak çıkıyor. Bilge Karasu’ya ait olan öykü; “ Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”
Neyi anlatıyor bizlere? Filozofun beslendiği besinler, mineraller bu öyküde. Arkadaşı Bilge Karasu’nun ölüm yıl döneminde, bu eserini kendi derslerine kadar taşımasının önemini tane tane anlatıyor.
Oldukça zor olan bu çalışmayı yapmanın iç heyecanını vurgulamak isterim.1300 yıllık bir öyküye getirilen felsefik ve edebi bakışı, günümüze taşıyıp yorumlamak, yazı yaşamım için ayrı bir gayret ve ilerleme anlamı taşıyor…
Andronikos 18 yaşında bir manastıra girip keşiş olmuştur. Bu yolculukta, aldığı eğitimlerde başköşeye koyduğu tek şey vardır; sevgi ve alçak gönüllü olmak… Sahiplendiği sevgi katıksız haldedir. Koşulsuz bir şekilde kucaklamıştır Andronikos.
III. Leon İmparator olduğunda yaptığı ilk işlerden birisi dini resimleri-ikonaları kaldırmak olmuştur. İmparatorun kilise ve manastırlara giden emri üzerine, sevginin bütün evreni hayatta tuttuğuna inanan Keşiş Andronikos da hiç düşünmeden bu emri uygulamıştır.
Keşiş Andronikos’in kendisiyle çatışmaları da burada başlar. Sorgulamadan, saf sevgiye hizmet etme amacıyla vermiş olduğu karar, başına dert olmuştur. Günün birinde Andronikos artan çelişkileri karşısında yeni bir inanç kabul etme aşamasına gelmiştir. Aynı zamanda da kabul etmeme şartları onu iyice köşeye sıkıştırmıştır.
Andronikos 33 yaşındadır. İmparator III. Leon’un verdiği emirler üzerine koşulsuz boyun eğişi, ikonaları-dini resimleri kaldır emrini uygulaması, onu ilk kez kendisiyle tartışmaya, çatışmaya itmiş ve soru sormasına neden olmuştur.
Bu sorgulamada, kendi düşüncesine haykırı bir Andronikos bulur. Bir keşiş olarak resimleri kaldırma kararına; “Hayır!” demesi gerekiyordu. Hayır, deseydi bir kahraman olacaktı. Ama keşiş inancına göre ise; “ Bir keşiş alçak gönüllü olmalı!” O,kahraman olmak istemiyordu. Öyleyse, resimleri kaldırılmasına “Hayır” dememeliydi.
Andronikos bir ikilem yaşamaktadır. Keşişlik inancıyla kahramanlık arasında bir çatışma… Filozof ve yazarın tespitine göre, bu ikilem keşişi çıkmaza götürüyor. Çıkar yolu kaçmakta buluyor. Hiç kimsenin yaşamadığı bir adaya gider. Kaçtığı şey, yine kendi imgesi-düşünceleridir…
Fakat Kuçuradi’nin bakış açısıyla; “ Kişinin kaçamayacağını, ancak kaçaduracağını henüz öğrenmemiştir.” Farkına vardığında tekrar kaçmış olduğu manastıra geri döner. Yaptığının doğruluğuna inanmadan dini resimlerin kaldırılmasına; “ Hayır” der. Ve bunun cezasını çeker. Cezası da, gece gündüz hiç durmadan konuşmak konuşmak; hiç ara vermeden tükeninceye kadar konuşmaktır.
Gelelim bu öykünün yazarı Bilge Karasu’ya. Kuçuradi’nin tespitine göre günümüzdeki kahramanlığı yeniden değerlendirme düşüncesi içindedir; ”Herkesin gözünde kahraman olan Andronikos aslında bir kahraman değildir. Kendi imgesiyle kendisini çakıştırmaya çalışan ama bunu bir türlü başaramayan bir insandır.”
Çok yakın zamanda iki aydınımızın, sanatçımızın ulusal medyaya yansıyan konuşmalarını dinledim. Yetmiş dört yaşındaki aydınımızın bir arkadaşı ölmüş, cenazede uzatılan mikrofonlara arkadaşı hakkında konuşuyordu. Son sözleri ise; “ Nur içinde yatsın, ışıklar içinde uyusun, iyi bir insandı.” Oldu.
Şaşırdım önce. Bildik, klasik halk söylemiydi aydınımızın sözleri. Oysa o güne kadar hiç bu tür klasik sözleri almamıştı ağzına. Dindar olmaktan öteydi yaşamı… Acaba, keşiş Andronikos gibi kendisiyle bir çatışma halinde miydi? Baskı altında yaşayan toplumların, sanatçısına oynadığı bir oyunun eseri miydi bu açıklama ve ortaya konuşma, bilemiyorum…
Seksen üç yaşında bir başka sanatçımız ise Cumhurbaşkanı’na hakaretten yargılanmıştı. Basına verdiği cevaplar capcanlı ve şöyleydi;
“ Hiçbirinde Cumhurbaşkanına hakaret diye bir şey yok. Zaten olamazda. Onlara, benim işimin politik tiyatro yapmak olduğunu, altmış yıldır bu işi yaptığımı ve dünyanın her yerinde haksızlıklara, baskılara, adaletsizliklere, bağnazlığa karşı olduğumu, bu düşüncelerimi açıkladığımı, hem sahneden hem de sosyal medyadan bunları anlattım. Başkanlık sistemine karşıyım dedim. İfade özgürlüğünün kısıtlanmasına karşıyım dedim. İnsanların düşünceleri yüzünden hapis yatmalarına karşıyım dedim. Doğanın katledilmesine, betonlaşmasına karşıyım dedim.”
Sözlerimi İoanna Kuçuradi’nin insanlığa sorduğu soruya bırakıyorum;
“ Acaba günümüzde kahraman, kendi imgesini kendisiyle çakıştıran insan ya da kendi imgesine gerek duymayan insandır…” ,
“ Diyebilir miyiz?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder