25 Mart 2021 Perşembe

AYIPTIR SÖYLEMESİ HAMSİ YEDİM

 

İnternet


                           AYIPTIR SÖYLEMESİ HAMSİ YEDİM!

  

   Günlük yürüyüşe çıktığımda, köşe başında ayakta sohbet eden iki kişinin yanından geçerken daha genç olanı diğerine;

   “ Ayıptır söylemesi hamsi yedim! Küçüktüler zaten, kılçıklarıyla yedim…” diyordu. Yürüyüş boyunca “ AYIPTIR” sözüne takıldım durdum. Daha önce buna benzer defalarca duyduğum halde bugün bir acayip geldi neredeyse sıradan herkesin alacağı bir yiyeceğin dahi yenmesi…

 

  Taklit ve alışkanlık yapmış sözcüklere tutunma arayışları bir parça mütevazı davranış olarak düşünülebilinir. Ama aynı şahsiyetin bir başka konuşmasında şöyle bir şey de duyarsanız şaşırmayın o zaman;

   “ Geçen gece arkadaşlarla bir araya geldik; üç büyük devirdik, yetmedi yanında bilmem kaç tane de şarap içtik…” Hamsinin yenmesini AYIP gören mütevazı şahsiyet, büyük devirmenin yiğitliğine sığınmayı da ihmal etmez…

   Uzun zaman önce Doğu Anadolu Bölgemizde büyümüş, ergenliği orada geçmiş bir kadının videosunu izlemiştim; ayıplar, sıkılmalar, o ağır baskılar zamanları adına. Şöyle diyordu olgun yaşa gelmiş, kendi işi-gücü olan kadın;

   “ Ergenlik zamanımızda kahvehanelerin önünden geçerken, yeni çıkan göğüslerimiz görünmesin, anlaşılmasın diye göğsümüzü içe çekerdik!” Nasıl? Yürek sızlatıyor mu; ERKEK dünyalarının nelere sahip olup neleri yerle bir ettikleri adına…

   24–25 Nisan gecesi Gelibolu Yarımadası Anzak Koyu “Şafak Ayini” ne katılmıştım. Kaybedilen savaşı bile kendi nesillerinin-gençlerinin lehine çevirmenin ne demek olduğunu orada gördüm. Anzak Koyu’na ulaşmak için Yeni Zelandalı gençleriyle yaklaşık 5 km yürümüştük. Bizlerin adımlarımızı gevşek ve korkak atıyor, seslerimiz zar zor duyuluyordu.

   Neden mi? Susturulmuş, her yerde ayıptır diye korkutulmuş insanların ruhu da siniyor, kendi kuytusunda, yavru yapacak bir hayvan gibi inine çekiliyor da ondan… Yeni Zelandalı gençlerin boyları postları, sesleri inanılmaz özgüven yüklüydü; sanki hoparlörden konuşuyordu boyları 1.90’a ulaşan insanların…

   Birey olma adına Cumhuriyetimiz çoktan kurulmuştu. Mustafa Kemal,1913 yılında Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya askeri ateşe olarak atandığında onu en çok etkileyen şey; kültürel hayattı… İlk baloya katıldığında bir not düşer tarihin not defterine;

   “ Batı, niçin ileride; çünkü dansları-baloları var…”

   O yüzden Cumhuriyetin ilk devrimleri arasında sanatın, dansların, şarkıların, sanatçıların başköşeye konması; ezikliği, binlerce yıllık suskunluğu nazikçe güne, masaya, meydana, insan olmak için güneşe çağırmaktır…

   “Ayıptır söylemesi hamsi yedim” ezikliğini yaşayarak konuşan insanımızın, kim bilir ne büyük, ne korkunç suskunlukları oldu. Hangi hengâmeli çocukluk yıllarında neredeyse her şeyin AYIP olduğu ezberletildi…

  Öz güven sahibi olmak; patavatsızlık değildir… Mütevazı olmak, korkaklık değildir. Ama bunları nasıl dengeleyeceğiz? Önce ailelerde ve sonra okullarda ve sonra meydanlarda; iyiye iyi, kötüye kötü, güzel olana güzel, çirkin olana çirkini bile üzmeyecek kadar zarif yaklaşarak…

   Her taraftan kabalık, argo yağıyor… Her taraftan mütevazılık akıyor gibi görünüyor ama sakladığımız bütün ayıplar, ruhumuzu da ayıplı hale getiriyor. Üzgün olmak, bütün ayıplara haykırmak; hataların bir deneyim olduğunu, günahların ise ayrı bir terbiye haline gelebileceğini öğrenmek ve öğretmek; nü büyük insanlık lütuf-inayeti ve gelişmesidir…

Güven SERİN 



6 yorum:

Makbule Abalı dedi ki...

Toplumdaki değer yargıları öylesine değişti ki çok kullanılan bazı söz ve deyimleri artık bizler de kullanmaz olduk. İçeriğinde belki biraz empati, biraz tevazu, biraz hoşgörü ve anlayış olan bir sözcük. Karşısındaki kişinin yemediğini düşünerek "ayıp olmasın" ama ...
Çok demokrat, anlayışlı bir ailede büyüdüm. Ama başkasının da canı ister diye sokakta külahta dondurma yiyemem. Okula dikkat çekecek bir giysiyle gidemezdim. Üstünlük duygusu, aşağılık duygusu karışımı utanma ile harmanlanmış duygular.
Çok güzel bir yazıydı.
Esenlikler dilerim.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Çok teşekkür ederim Makbule Öğretmenim,yeni ve güzel bir bakış açısı getirmişsiniz; selamlarımla..

burcu dedi ki...

yazınız çok hoşuma gitti. herkes çocuk yetiştirir ama birey yetiştirmek çok başka.

Klio'nun Şarkısı dedi ki...

Bir tarafta anlamsız, kaba, boş bir öz güven, diğer tarafta baskılarla kodlanmış davranmış kalıpları. Yalnızca taraflar olarak da değil bu. Hem taraflar arasında ayırıma sebep olan, hem de bazen bir tek kişide birleşen çift yönlülük. Arada bir yerdeyiz, tuhaf zamanlardayız. Yeni Zelandalı gençler üzerinden verdiğiniz örnek çarpıcı. Kaleminize sağlık!

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürler Sezer; güzel söz; "Tuhaf zamanlar" katılmamak elde değil; bunca değer,muhteşem tınılar,kokular,sahneler ve o kadar küçük bir yaşam hakkı; neyle tüketiyoruz? Hazin öykü; zavallılığın öyküsü; Beckett'in bir oyunu var; Gadot'yu Beklerken,sanırım,bu bekleyiş özgürlüğü,demokrasiyi,sanatı tatmamış,benimsememiş insanları bekleyişi; kim bilir kaç nesil alacak bu görevi...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürler Burcu; zor zanaat,belki de sanat; çocuk yetiştirmek.Ne çok hatalar yapıyoruz; en eğitimlisi dahil; makyajı bol rüşvetler,örtülü tehditler,şantajlar ve daha niceleri; olmadı; korkulara,günahlara sığınmak ve bir sürü şey; oysa akıp gidiyor yaşam ve bir daha yıkanamayacağımız o sular da öyle...