TOPLUMLAR ZOR ZAMANLARDA DESTANLAR YAKARLAR
( DİDO NANA )
Destanlar, şiirler,
masallar, fıkralar; sanata ve edebiyata dair ne varsa hepsi insanlığın sözcüsü
olup, gelmiş geçmiş bütün ruhların sahibidirler. İrlanda Edebiyatını açar
okursanız, James Joyce, sanırsınız ki bizlerin pir parçası; ettiği küfürler ve
ifadeler… Bir Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Gürcü, Megrel,Ezidi şarkısı
dinlerseniz;kime ait olduğunu çoktan unutur,ruhunuzun bedeninize ve aklınıza
sorular sormaya başlamasıyla yüzleşe bilirsiniz…
Kartaca’yı ilk kuran
kraliçe; Dido’nun öyküsü, Aeneas Destanını yazan Vergilius’u da etkilemiş ve bu
destanın içinde yer almıştır. Neredeyse günümüzden 2800 yıl ötenin destanı; Truva’nın
yıkılışından, korkunç gecesinden ve hayatta kalanların tanrısal bir öneriyle
bir başka yurt arayışının öyküsünü anlatır…
Bu öykünün
içerisinde Truvalı Aeneas,Kartaca’nın Kraliçesi Dido ile birlikteliğinin aşk ve
nefret kesişmesinin acılı sonunu anlatır.Aeneas tanrısal emirlerin
peşinde,kendi neslinin yurdunu kurmak için yelkenleri İtalya topraklarına doğru
açtığında,ona aşık olan Kraliçe Dido yıkılır.Kahrından şu sözleri söyler ve
kendini kılıcıyla öldürür;
“ Kaderler ve tanrılar bana izin verdiği sürece/Sevdiğim giysiler,
can giysiler; alın ruhumu!/Kurtarın beni bu acılardan! Söndü hayatım/Sona
erdirdim bana çizdiği yolu kaderin!“
Bu acıklı sona,
sevginin nefrete ve yok oluşa dönüşmesine kim ağıt yakmaz ki? Bu ağıtları,
yüzyıllar sonra belki Dido’nun ruhu, belki başka Didolar için Gürcistan’ın bir
bölgesinde Megrel insanları yakar; bir başka sevgi, aşk yüceliği doğar;
“ Her sevgili bir değil,
benim kaderimi başkasına yazdın
Beni sevdiğini
biliyordum ama beni başkasıyla değiştin
Dido na ni na
Gecem gündüzüm bir oldu,
seni gözler oldum
Sen benim için öldün,
başkalarının sevdiği geldi
Dido na ni na “
Toplumlar zor
zamanlarında destanlar, şiirler, hikâyeler yazarlar-YAKARLAR. Gelecek kuşaklara
bir şey bırakmanın yüceliği, evrimin neslini aktarma becerisini sergilerler.
Sınırlara, renklere, inançlara bölünmüş dünya, zorlukların, acıların imbiğinden
süzülmüş her şeyi; şiiri, şarkıyı, destanı, masalı içselleştir ve kendini bulur;
o sesin yanık haykırışında…
Destanların,
geçmişin adı sadece tarih ve mit değildir. Yaşamın en berrak tarafıdır; geçmiş
denen tarih bilimi, destan, masal, öykü bilinci… Bir dersten öte, yaşamı devam
ettirme gücü, neşesidir de…
Kartaca
Kraliçesi’nin destansı sonu-haykırışı ile aralarında belki de iki bin yıllık
zaman dilimi var; tam burada devreye zamansızlığın ödülü girer. Toplumların
kaderini belirleyen, yazgılarını derin çentiklerle diğer kuşaklara bıraktıkları
öyküleri; dilden dile, şarkıdan şarkıya geçer durur.
Dido Nana şarkısını
Kazım Koyuncu ile sevdim. Geç tanıdığım, ebedi, felsefi bir samimiyetle
sevdiğim Kazım’ın sesindeki aitlik; tüm zamanların sesiydi. Sanki hiçbir zamana
ait olmamış, olamaz gibi, bütün kimliklerin, değerlerin ötesinden ses
veriyordu…
Bir anneye, anaya
sesleniş gibi geldi bana. Uzakta olan anamın hasretini daha da değerli kıldı;
Kazım her Dido Nana demesiyle… Oysa yıllar sonra öğrendim ki, bir sevgiliymiş Dido
şarkısı kederli ayrılık öyküsü… Tıpkı; Kartaca Kraliçesi Dido’nun sevgili
Aeneas için yaktığı ağıtsal ezgiler ve döktüğü berrak kan gibi;
“ Öcümü almadan öleceğim, ama öleyim/Böyle bile bile gitmek
gölgeler diyarına/Hoş geliyor bana. Hain Truvalı gözleriyle/İçsin dursun
denizden yalımlarını yangının/Birlikte götürsün lanetini de ölümün.”
Sevmenin, nefret,
ağıt ve yüce destanlara dönüşmesinin sebebidir; zor zamanların çığlıkları,
iradesi ve inançları. Belki de evrimin şaşmaz oyunu; her daim değişime,
dönüşüme giderken, dünyanın aldığı yol, galaksinin geniş düzlüklerinde koşarken,
insan da, galaksinin bir parçası olarak, kendi düzlüklerinde, vadilerinde,
dağlarında öyküler, destanlar üretecek…
Yiğitler-kahramanlar
sadece kazandıkları savaşların değil, kaybettiklerinin karşısında bile aldıkları
kararlar, davranışlarla yiğitlik-kahramanlık hakkını elde etmişlerdir. Saf zaferler,
tatminsizliği, zorbalığı doğururken, kaybedişler, asıl olan güzelliği;
marifeti, şefkati, merhameti ve destanları; edebi dünyayı doğurur, besler…
Belki de büyük
komutan Hannibal; atası olan Kraliçe Dido’nun ağıtının hesabını yüzyıllar
sonrası soruyor; Cannae Muharebesinde ise Roma Ordusu tamamıyla yok edilmiştir.
Destanlar ve tarih iç içedir. Onları kucaklayan edebiyat, zamana ait olmadan akmaya,
süzülmeye, kendi duyurularını yapmaya başlar; aklı, iradeyi, edebi, felsefi ve
bilimsel önceliği elinde tutanlara, yaşamı anlamlı kılan, mucizevî bir besin
sunar…
Güven SERİN
2 yorum:
Oysa şimdi tüm dünya ortak bir acının etrafında EVRENSEL bir ağıt yaktı, göz yaşı döküyor:(
Kaleminize sağlık Güven Bey. Teşekkürler...
Gelinen noktada;meşhur kavram;global-küresel-toptan yaşama bilincinin geliştirme ağıtı;teşekkürler ZEUGMA...
Yorum Gönder