23 Mart 2020 Pazartesi

YÜZ ELİ VAR ÖLÜMÜN





                                              YÜZ ELİ VAR ÖLÜMÜN


  Zalimliğin kim bilir kaç çeşidi, kıyametlerin kim bilin ne büyük destanları vardır; unutulmuşlar mezarlığında, raflarında, hatıralarında kalan ve ölen. Tarihi şehirlerin kalbinde; sokaklarında, caddelerinde sakladıkları, yaşatmaya çalıştıkları öyküleri; insanın, insanlık serüveninin bir parçasından başka bir şey değildir.

  Tekirdağ’ın da böyle öyküleri var. Mikes Kelemen,(Türkiye Mektupları)  günümüzden yüz yıllar önce kendini avutmak, can sıkıntısından kurtulmak için, şehrimizin resmini ressam gibi, fotoğrafını fotoğrafçı gibi, öykülerini yazar gibi kaleme almıştır. Şehrimize tat veren; Yahudi, Ermeni, Rum ve Türk Mahallelerinden ve o günün insanlarından; mutluluklarından, mahcubiyetlerinden, hüzünlerinden, hastalıklarından söz etmiştir.

  Yazarlar, şairler, ressamlar; kısacası sanatçıların olmadığı şehirlerin tarihi de olmuyor. Olsa bile, yarım-buruk kalıyor. İstanbul’un Pera Bölgesi de bir başka şairin gözüyle, kendi köhne biçiminden kurtuluyor, gün yüzüne, güneşin ışıklarını duyumsayan kiraz ağaçları, isketeler, bülbüller, serçeler gibi neşe saçıyor;
(Tarlabaşı’nda bir sokak)


“Karakurum Sokağı’nın Ölüm Yıkayıcıları

Yüz eli vardır ölümün ve bir kapısı
Dünya ki sınırsız korkular öğretti bize
Ve korkunç yalnızlıklar.

Biz ki yaşadıktı
Ölenle öleniz şimdi.
Sanki
Köyleri dolaşan gezgin köleleriz;
Bu bedeni oradan oraya sürüyoruz.

Eskiden her şeyimiz
Eskiden ellerimiz yüzümüz.

Bir adımız vardı bizim
Adımızı yitirdik.

Biz bu dünyayı adıyla çağırmayı unuttuk.
Günlerin ayların bir adı vardı,
Bir adı vardı kuşların, çiçeklerin,
Bir adı ağaçların, rüzgârların, unuttuk!

Kapalı pencereler gibiyiz.

Günler de
 Uzun mu uzun…

Bir ölü hayatı…
(Irmaklar, ağaçlar, otlar, kuşlar.)
Bir yalnızlığı eğiren…

Uzun bir yalnızlığı…

Yazılan bir yalnızlığı…”

  Şehirlerden, kasabalardan, köylerden; dünyanın en hücra yerinden insanı çıkardığınız vakit; her şeyi çıkarmış oluyorsunuz. Şiiri, resmi, öyküleri, ağlamaları, sevinçleri, sevmeleri, nefretleri; her şeyi; yitik bir hafızanın yitik bir gezegeni, çaresizliği hissetmeden çare arıyor aldığı yolun, izlediği yörüngenin uzun mesafelerinde, boşluğun hiçliğinde…

  Bir başka şair;Leyla Şahin,şehirler ve öyküler konuşulunca durur mu;?

“Üst üste üç kez çalıyor Aya Triada’nın çanı
Avniye Hanım! Avniye Hanım! Avniye Hanım!

Mis Sokağı’na yaklaştırmıyor adımlarınız sizi bir türlü
Oysa bir zamanlar o sokaktan bir peruk almıştınız

Bak, birazdan Narmanlı Hana geçeceksiniz
Ahmet Hamdi, Bedri Rahmi de oradalar
Onlarda söyleyecekler sana kırmızının yakıştığını.”

Güven SERİN  


2 yorum:

Zeugma dedi ki...

Ne de güzel yazmışlar. O ücra köşelerde, köylerde, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan herhangi bir insan umarım bundan sonra insanın insana muhtaç olduğunu da anlar ve bambaşka bir dünyaya kapılarımızı açarız bundan sonra. Dünyanın tüm insanları olarak ve kinden, nefretten, hırstan uzak...
Teşekkürler Güven Bey.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Çok sağ olasın Zeugma;evet; "umalım!" matematiksel verileri,evrimin değişik tercihlerini de bilmenin acı tebessümü içinde yaşama ait olduğumuz yerden bakmak çok değerli;selamlar...