26 Şubat 2019 Salı

DÜŞÜNCEYİ TETİKLEYEN ŞEY ŞİİRDİR



                          DÜŞÜNCEYİ TETİKLEYEN ŞEY ŞİİRDİR



 Kim söylemiştir? Hangi zamanlara aittir? Sokretes’den öncesi mi? Nazım’ın vakıt hızla ilerlerken, saat gece yarısına yaklaşırken duyduğu telaş anı, sayfalara dökülen düşünce biçimi mi?

 Nazım’ın gece yarısı gördüğü bir manga askeri ondan başkası görmedi. Üstelik ellerinde otomatik silahlarıyla sağa sola ateş ediyor, insanın neslini kazımak için saldırıyorlardı.

  Düşünceyi tetikleyen şey şiirdi! Kim demiş bunu? Sonsuz Düşünce denizine dalan Alain Badiou mu? Heraklitos veya Parmenides mi? Belki de; Heidegger’dir; kim bilir…

  Şiir, düşünceyi tetikliyorsa o zaman tehlikeli bir şey olmalı! Hele bu zamanda; 21 yüzyılın ilk çeyreği biterken; bunca şiir, düz yazı, hikâye, animasyon, film, fotoğraf, resim yayınlanıyorken neredeyse tetiklenecek düşünce sahibi kalmamışken bu konu üzerinde çaba sarf etmem zamanı değerlenirmek, gazete köşemde ki yeri doldurmaktan ibaret kalacak gibi…

 Karamsarlığa teslim olacak değilim elbet. Şiirin tetiklediği nice düşünceyi burada kendi bahçemde işledim, işliyorum ve üretme palanlarım devam ediyor.

  Şu anda bir şiir dinliyorum; Nazım’dan; Saman Sarısı şiiri. Düşüncenin, bilginin alabildiğince coşmuş hali…

  Nazım; vaktin gece yarısına ilerlediği saatte gördüğü askerlerin gözlerinde ki korkuyu görmesi; Hem de hayvanca korktuklarını, ölümlerine ağlanmayan askerler olan yaptığı yorum, ürpertici bir gerçeğin muhteşem vurgusu, tespitidir de.

  Bu tespit, vurgu; ancak şairin şiiri ve sanatıyla yaşama, neşeye, dengeye katılır. Şair, tetiklenmiş düşüncenin dizelerine öyle bir kapılmış ki; bir dönemi, insanlığın tapınaklardan öte taptıkları bir ideolojinin kölesi olduklarını; acı çeken bütün ruhların tesellisi olabilecek güçte duyurur.

  “ Ölüler bir SS mangası olsalar da ölüler öldüremez; kurşunla da, bıçakla da! Ölüler, dirilerek öldürür; kurt olup bir elmanın içine girerek.”

 Paul Celan bir şiirinde başka bir düşüncenin tetiklemesini yapar;

“Öngörülerle,
Bezenmiş disk,
At kendini
Kendi dışına.”

  Alain Badiou’nun tespiti;”bilmek ile öngörü” arasısında boşluk kalmadığında; dışa atlama, atılma, taşma durumu… Şiir bunu en iyi yapan şey! Öngörülerin yetmezliği, bilginin depreşme halleri, fokurdayan kanın duyduğu yaşama hissiyatı, eninde sonunda bir çıkış arar. Kendinin dışına taşmak ister yani…

  Üç boyutlu zamanda; geçmişte ve bugün, aynı zamanda gelecekte düşüncenin dalgaları içinde korkusuzca sörf yapacak nice şair olduğu gibi, var olmaya devam edenlerden sonra da edecek olanlar olacaktır.

  Evrimin ilerleyişi, insan denen canlının sosyolojisi, psikolojisi tek taraflı, sadece içgüdüsel olmaktan öte bir başkaldırı ve arayış biçimine dönüşüyor.

 Lucertius için üstün varlıkların olmadığı anlaşılıyor. Sınırları zorlayan bir yargı, inanç ve cesaret! Onun için gökyüzü boştur, tanrılar ise ilgisizdir. Bu boşluğu dolduran ise şairlerdir; şiir ülkelerine gidip heybeleri her daim dolu dönmeleri, anlatacak, haykıracak sözcüklerinin olması; kaçınılmaz bir devinim, ilerleme ve düşünce tetiklemesi getirecektir.

 Lucertius bu seslenişini yüzyıllar ötesinden yapmıştır; “ Şiir ülkesinin kimsenin girmediği, daha önce hiç ayak basılmamış yerlerini kat ediyorum. Bakir kaynaklara gidip oralarda beslenmeyi seviyorum.”

  Ve Nazım, düşüncenin düşlerden sıyrılma anını şöyle seslendirir; “ Vakıt hızla ilerliyor; Meryem Ana Kilisesinde saat başlarını çalan borazan/Gece yarısını da çaldı/Ortaçağ’dan gelen çığlığı yükseldi/Şehre yaklaşan düşmanı verdi haber/Ve sustu ansızın gırtlağına saplanan okla/Borazan iç rahatlığıyla öldü/Ve ben, yaklaşan düşmanı görüp de/Haber veremeden öldürülmenin acısını düşündüm.”

 Böyledir şirinin düşünceyi tetiklemesi; ucu bucu; yoktur…

Güven Serin 


2 yorum:

deeptone dedi ki...

e o yüzden işteee şiiri tehlikeli bulurlaar :)

GÜVEN SERİN dedi ki...


Bulmasalar bu kadar kıymetli ve kıt olur mu hiç:)) Şiir,biraz melankoli,biraz yalnızlık,biraz özlem,düş,hayal,biraz mit ve yaşamın başka bir boyut hakkı:)