Kamera; Güven Karaalioğlu Parki
Deseler ki,düşlerinin bekçisi kim? Don Kişot
derdim. Bu heykeli,bu şehirde öteden beri
Don Kişot'a benzetirim...
Belki on,yirmi,otuz yıl önce;oysa düşlerimin
edibi,felsefi hissedişim;Göbeklitepe zamanını
zorluyor...Yani,on on iki bin yıl öteciklerini...
Kamera; Güven Karaalioğlu Parkı
Falezler bir şehire bu kadar mı yakışır?
Ya Akdenize gölge düşürmekten öte
şan ekleyen dağlar;antik dünyanın
uygarlıkları?
Çitlembik Ağacı ve bu heykel;
insan ruhuna iyi gelecek kadar iyi
anılara,nöbet bekliyorlar...
YAŞAYAN ANILAR
------------------------------
Adı üstünde; anı!
Geçmişte kalan yaşanmışlıklar değil midir? Öyledir elbet. Öyleyse? Anlatayım;
beyin hücrelerimiz; yani nöronlar, bütün yaşanmışlıkları depolamak; hatırlamak
için insan vardırlar; yani insanın yolculuğu için…
İşte bu hatırlama,
düşünceyi, icatları, insan psikolojisi, sosyolojisini; insanı tanımladığı gibi,
insanın gördüğü her şeyi da tanımlayıp çeşitli kavramlara dönüştürür. Tam da
burada; bütün tabiat önem kazanır; şiirsel, masalımsı sahiplenmelerle birlikte,
ilmi, ticari sahiplenmeler ardı ardına gelir.
Bir taraf yıkmayı
yaratıcılık görürken, diğer taraf; var etmeyi, var olanı, koruyup kollamayı;
büyük bir içtenlikle onla birlikte yaşamak ister çok kısa olan zavallı insan
ömrünü.
Yaşayan anılar; bu
güne kadar doğal gözlemlerim, deneylerim sonucu ortaya konmuş, birçok gerçeğe
dayalı bir ifade, sahiplenme biçimidir. Yani, anıları öldürmemektir… Öldürmek,
fiilinden, unutmak anlamını çıkartmıyorum. İkide birde ortaya döküp, her
döküşte, anıları anı olmaktan çıkartıp, mitolojik bir kahramana dönüştürme
gayretlerinin boşa gitmesinden söz ediyorum.
Hani, Homeros olsak;
her birimiz bu düşüncelerle, Sokrat’ın felsefesiyle yıkanmış değiliz; o yüzden,
anıların yaşatılması, edebiyat, sosyoloji ve sevginin işidir. Yerli yerinde
depolanırlar; en kıymetli bütün hazineler gibi; arıların, arı kovanını sürekli
temiz tuttukları gibi temiz tutulurlar.
Bir arıcı, balın
oluşumu, saklanış biçimini anlatı; Arılar kış gelmeden önce son kez yaptıkları
bal peteklerinin üzerilerine mühür koyarlarmış. Yani bal mumuyla kaplarlar.
Bozulmasını, gelecek zamana kalabilmesini sağlarlarmış. Sanırım, edebiyatçının
aklı da arının aklı gibi çalışır; bütün verileri bozulmadan saklamak için;
beyin mumlarıyla mühürler; saklar; diğer zamanlara…
Bunu yapan kimdir?
İnsandır! Anıları oluşturma becerisine sahip ve onları, gayretsiz, sanatsız,
savunmasız bırakamayan; sanatını, ilmin, halk sosyolojisinin bildik bütün
marifetleriyle donatan insandan söz ediyorum.
Yaşayan anıyı daha
ilk duyuşunuzda bile anlayabilirsiniz! Çünkü o telaşsızdır. Reklâmsız,
kuşkusuz; tabiatın, felsefenin; evrenin ta kendisidir. Coşması gerektiği
zamanlar; yeni evrenler oluşturmak için coşar ve sonra; ağır ağır süzülmeye
bırakır kendini. Yanardağın lavlarının tabiata teslim oluşu gibi; önce en küçük
eğrelti otlarına ve sonra; ormana, ormanın o harika hayvanlarına, böceklerine
dönüşür.
Yaşayan anının
korkusu yoktur; hatırlanacak diye. İkide birde sipariş gibi sürülmez; piyasa
malı değildir; katiyen…
İçinde o kadar çok
şeyler barındırır ki; bir yeraltı ırmağının sessiz, duru akışı, coşkun bir
Meriç nehri…
Balkanların
masalımsı siluetinin yanında, Kaz-İda Dağlarının çam kokularından Sarı Kız
efsanesine kadar; her şey, yaşayan anılarının içinde; Homeros, Dante,
Cervantes, Yunus, Mevlana, Pir Sultan; daha niceleri; bilirler yaşamanın
ölümsüz olanının, anılara katkı yapmaktan geçeceğine; döngünün böyle sürüp,
böyle kan dolaşımı yapacağına; baştan beri inanmış ve adanmışlardır…
4 yorum:
o park antalya idi galiba, homeros evet yaaa, ege yani ben de tipik egeliyim zaten, don kişot ise en sevdiğim roman ayrıca. bizim ülke de anı tarih evet süper ah bir de insanı insan olabilse biraz, çok saygısız bir toplumuz of yaa :)
Hoca Nasrettin ve Don Kişotlar;hepsi yeni filizlenmeler için ve her daim büzülen tohumların olduğunu düşünüyorum yerin,toprağın altında;sırasını bekleyen milyonlarca tohum;sırası bitenlere acıma zamanları bile olmayacak;yeşermeye adanmışlık telaşları içinde...
Her akıllı insan,hele mantık,sosyoloji biliyorsa;kötülüğün kralına sahip olur;aslında zor olan şey kötülüğün savunuculuğu;en kolay olan şey;yel değirmenlerini kovalamak,onlara tutunup sıska vücuduyla yere düştüğü halde;can acısı duymamak;çünkü inanmışsın bir kere;haydutları kovalamaya,iyiliğe adanmaya;bir de Dulcinea;bütün çirkinliğiyle zarafet,nezaket,bilgelik taşıyan o değerli ulaşılmazlık;yani Ferhat,Kerem hep o ulaşılmazlık;lezzetli bir şey galiba bütün bunlar :))
Anılar ancak bizde kan haline geldikleri, bakış ve davranış oldukları, adlarını yitirdikleri, kendimizden ayırt edilmedikleri zaman, işte yalnız o zaman, pek seyrek bir anda, bir mısranın ilk kelimesi, onların arasından doğuverir.
İçinde, hoyrat ve soğuk yalnızlık olmaz; aksine, her şey alabildiğine yumuşak bir atmosfer içinde, ahenk dolu ve doğal uyumun eşsiz devingenliğinde süzülür hücrelerimize.
Buda ancak içinde nefreti barindirmayan soylu bir hüzünle, hırslardan, bencil arzulardan arınmış bilgece bir sevgi ve tutumla mümkündür.
Bilgiyle, görgüyle taçlanmış anılarda bencillik yoktur zaten... İyi özümsenmişse, korkmaz insan yaşadıklarından. Korkmaz anılarla dolup taşan sokaklardan, mekanlardan... Soylu bir hüzünle içınin derinlerinde hissedersin. Sesin, kalbin yumuşar içinde nefret yoksa taabi...
Bana hep bencilce gelir yaşanmışlıkları lanetlemek..
İnsan ne yaşarsa yaşasın olumlu, olumsuz her ana ve anilara yaşam adına teşekkür edebilmeli...
Kendi içimize doğru derinleşmenin ve neye dönüşmek istiyorsak ona kara vermenin ve yenilenmenin zamanı olmadığını, yeniden, bir kez daha; umutla, dirençle fısıldarım evrenin yüreğine sevgili dost.
Anılar adına bunca söz,nefes;değere,yapıta dönüşen her şey evrenin şölenine katılmaya hak kazınıyor. Onaylanıyor,sonsuza açılan kapıdan içeriye davet ediliyor... Teşekkürler..
Yorum Gönder