19 Şubat 2018 Pazartesi

GEÇTİ MEVSİMLER GİBİ;AZİZ ÖĞRETMEN


Nice zaman geçti;zamansızlığın formülünü aramakla.
Hiçbir şey içe yansıyan fotoğraf,çizilen resim,
yazılan şiir kadar geçerli,lezzetli ve taze değil...


Anıları öldürmek,ölü hale getirmek değildir niyetim.
Tam aksine,yaşama dahil etmek,her daim taze
tutmaktır hedefim...



Bir ses;sanatçı seslenir;yeryüzü sınırları içinde;

"Benim meskenim;dağlardır dağlar..." 

                                GEÇTİ MEVSİMLER GİBİ; AZİZ ÖĞRETMEN


  Zaman denen şey; 16 Şubat 2018 gecesini işaret ediyor. Gece yarısına bir yudum kala bir ses; Onur’un sesi, telefonun diğer ucunda; “Babamı kaybettik!”

  Haniden buz tutar ya sular; bir kıvılcım çakar ya; yakmak için koca ormanı; fokurdayan bir suyun taşması gibi taştı beynimin kan taşıyıcıları; zorlamak istedi milyar sayıda ki hücreleri…

  Bir taşkın; donma; bir yanış serüveni başladı; bitmeyeceğini sandığım gecenin içinde. Nice dostluğun bitişi, nice kervanın varacağı yere varması; dinmez sanılan ne büyük fırtınaların dinmesi gibi; yer değiştiren hayatlar…

  Önceden bilinen, bir hastalığın pençesinde geçen yıllar ve aylar; alıştıramamış bizi; yaşanacak vurguna. Sakat kalmamak için, ağır ağır, metre metre çektim kendimi. Beklettim vurgun odasında; tüm gecenin şafağına kadar.

  Çeyrek yüzyıldan beri sarıldık birbirimize. Bir dostluğu anlatmak için yılların büyüklüğü, çokluğu önemli midir? Sanmam! Nice ömürler, yan yana yürüyüşler; birbirlerini hiç tanımadan geçip giderler; köhne bir evin yıkılışı gibi; baştan temelsizdirler…

 Çeyrek yüzyılın; yaklaşık 9000 gün ve gecenin nice sayfalarında kaldı sesimiz. Nefesimiz, irademiz; türkülere, fıkralara, romantizmin bahçelerine, felsefenin patikalarına birlikte yürüdük.

 Önemlidir, siyasetin, ticaretin olmadığı eserler. Köprülerle bağlıdırlar birbirlerine; dağlardan dağa, vadilerden vadilere, kumsaldan kumsallara; İshak kuşunun şafağa göz kapaması kadar kısadır, akşama kadeh kaldırışlar.

  Dante nasıl çıkmışsa büyük yolculuğuna Vergilius’un arkadaşlığını seçince; öyle kuruldu bu dostluğun yoldaşlığı. Farklı partilere oy vermemiz, farklı bölgelerde büyümemiz, yaş farkımız çoktan yitirdi önemini.

  Bir serüven ki; Cemal Süreya’nın hüznüne bile çare olacak! Abidin Dino’nun ellere olan merakı gibi; el ele verdik; laubali olmayan tutunuşlarda. Mizah, felsefe ve türküler; yaklaştırdıkça yaklaştırdı bizi. Bir de yazgının, insan olmanın muhtaçlığı; her daim samimiyete aç oluşu; bir kedi gibi; usulca ve teklifsiz sokulduk.

  16 Şubat; bir kış gecesi; “ Babamı kaybettik” diyen bir ses… Bur uğultu; belki yarasaların duyacağı bir ses dalgası; bir iç sıcaklığı; korku tünelinin soğukluğu…

  Birkaç dakika sonra, henüz buğulanmamız gözlerimde; süzülmemişken imbiğin soylu ıslaklığı, kalemi aldım elime. Çeyrek yüzyılı, bir ömrü, ömürleri; yok oluşu, bitişi, ölümü değil; yeni bir başlangıcı anlatacak, aktaracak kalemi beyaz kâğıtla buluşturdum.

  Buydu benim yüküm! Suçum budur; yazmak kendimden öte diğer hayatları merak etmek, anlamaya çalışmak... İnsanın olduğu, dermandan çok dermansızlığı, zenginlikten öte yoksulluğu, sağlıktan, edebiyattan, felsefeden beslenerek; ararken kendimi, bulduğum insanı, insan öykülerini aktarmaktır yazgım…

 Budur benim yüküm! Görünmez bir yük; tartılar hesaplayamaz. Yani, ölçülerle anlatılacak bir yük değil; insanın insana olan yükü…

  Zafere ulaşan değil, zafere giden yolda, yorulan, sekteye uğrayan, vazgeçirilenin peşinde koşar benim yazgım. Çürümeyi, o iğrenç, ağır kokuyu duyarken, taze hali de bilmek ve dönüşümün istisnasız uygulanacağını kabullenmektir felsefem.

 Aziz Öğretmen; Aziz Ateş;16 Şubat’ın gecesi; diğer geceye bir yudum kala yer değiştirdi. Kimileri;” Daha çok genç!” diyecek. Bazıları da; “ Kurtuldu!” Hepsi; laf salatası! İnsafsız bir cehaletin öyküsü; tamamı…

  Daha iyi, daha güzel ve yazgıyı da şaşırtacak bir yaşam olabilir mi diye kafa yormak yerine; ne büyük kalıpsal çürüme! İnsanlık kokuyor;21.yüzyılın uzaya açılan kapısı; belki de bütün kalıpları yerle bir edecek; bu yüzden göçeceğiz kendimizden…

  Aziz Ateş; Aziz Öğretmen; bütün yağlarını eriterek gitmeyi tercih etti. Kalbi sağlamdı; öncüydü yavaşlayan diğer organlarına göre. Tutunuyordu ısrarla, kökleri olduğu bu şehre. Daha yorumlayacağı türküleri, fıkraları, dinleyeceği, anlatacağı hikâyeleri vardı; biliyordu…

  Aziz Öğretmenin öğrencileriyle ezbere bildikleri, sevgiyle kabullendikleri bir şiir; diğer şiirlerden çok öte; Ahmet Muhip Dranas’ın;

Yeşil pencerenden bir gül at bana
Işıklarla dolsun kalbimin içi,
Geldim işte mevsim gibi kapına,
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ

  Aziz öğretmen bir dizesini söyler; öğrencileri diğerini. Öğretmen öğrenci birlikteliği; damıtılmış inanç, öğreti anlatır bunu; hiçbir ticari korku, hesap, kitap değil…

Pencerenden bir gül attığın zaman
Işıkla dolacak kalbimin içi
Geçiyorum mevsim gibi kapından
Gözlerimde bulut, kalbimde çiğ

  Aziz Öğretmen; Karabezirgan Köyü Muhacir Mezarlığında; anne ile babasının arasında bir toprak parçasında; her daim; dört bir yandan rüzgârları alacak bir servi, köknar yeşilinin gölgesi eşliğinde; değişimin, yer değiştirmenin sürecinde; bizleri bekleyecek. Belki bir gül ekecek, gül koyacak ağır ağır çökecek mezarının kabarık toprağına…

  Aziz Öğretmeni tanıyan, son ana kadar yanında olan sağlam arkadaşları; bir nefes kadar yakındılar ona; Yunus Usta, İsmail Can ve Bülent… Toprağa yakın olan kök, bitki kadar…
  
 Metin Esen; her daim uzaklarda; yollarda olsa da; sancının büyük olanını yaşadığını, çektiğini; kurban törenlerinde ki kurbanlar kadar acısal tesellilere olduğunu biliyorum…

 Güven Serin 









2 yorum:

Adsız dedi ki...

Güven Bey,
Yazınızı sonuna kadar okudum.Çok duygulandığımı itiraf etmeliyim.Uzun yıllardır gurbette olmanın ve kendi küçücük dünyamızda cebelleşmemiz yüzünden abimle çok fazla zaman geçiremedim.Her sohbet ettiğimizde sizden ve güzel arkadaşlığınızdan bahsetti.Tekirdağ'a geldiğimde sizinle görüşmek ve sohbet etmek isterim. Nazmi ATEŞ

GÜVEN SERİN dedi ki...



Her zaman kapım açık Nazmi Bey;beklerim...