10 Ocak 2017 Salı

DÜNYANIN BÜTÜN SABAHLARI


"Ben bir sahtekarım...Hiçbir değerim yok..." 



Sainte Colembe



DÜNYANIN BÜTÜN SABAHLARI
--------------------------------


  Filmin içine yerleştirilen son sözler bütünü; belki de tüm hayatımızın düşselliğini anlatıyor oluşu oldukça etkiledi. Bir türlü kök salmamış ihtiraslarım, çoktan yok olmuş; belki de bana ait topraklarda hiç tutunamamış kinim, dertlerim; eriyik sıvısı aktı geçti yanı başımdan.

 Yeraltı şehirlerine Kharoon’un beklediği ırmağın başına gider gibi sızdılar yeraltı dünyasının derinliklerine.

 Görüntü ve sesleri, söz ile birleşmiş, yakın plan çekimleriyle insanı titreten bir film olarak görmek, kabul etmek; üç kişiye; üç sanatçıya yanlış yapmak olur.

 Kitabın sahibi, Pascal Quignard’a, filmin yönetmeni Alain Corneau’ya ve onlara besin-ilham sunan besteci Sainte Colombe’ye…

 Kadim zamanlardan kalan filozofun sözü, besteler kadar etkilidir;

 “ Aynı suda iki kez yıkanılmaz” diye, geçişi, yok oluşu, fark etmeyi sımsıkı yapışmak yerine mülkiyetlere, unvanlara; sadeliği, zarafeti çağıran bir ses; aynı düşünce yüzyıllar sonra sinemanın eli, ağzı ve büyüsüyle çıkıyor yeryüzüne;

  “ Dünyanın bütün sabahları geri dönüşsüzdür.”

 Her şeyi başaran, canlıların en üstüne oturan insan; bütün çabaların, yaşanan bütün sabahların geri dönüşsüz olduğunu inanır gibi görünse de bir türlü inanmaz. Sokakta, caddede, iş yerinde; ibadethanelerde, okullarda; hep aynı çekişme; garip yer kapma, üstünlük savaşı; gurura, cehalete, kine teslim olmuş kavgaların çığlıkları…

  Oysa Sainte Colombe’nin bestesi de acılar için yazılmıştır; “ Acıların Mezarlığı” hep viyolonun telleri arasında, tellere dokunan parmaklarını hareket ettiren bedenin ruhunda; baştan beri atomlarımızda; bizi biz yapan elementlerin özünde saklı duruyor.


 Viyola’ya altıncı telin yetmediğini gören Colembe yedinci teli ilave ederek insan sesinin tüm notalarını çalmak istiyordu;

Bir kadının iç çekişini, ya da yaşlı bir adamın acıklı sesini…

  Sadece filmlerde olur sanırsınız; insana dair en hakiki haykırışlar. Yine de öyle sanın! Filmlerde de olsa; tüccar yazarları, şairleri, bestecileri ve insanın yarattığı alış-veriş aracına tapınmayı bu güzel sözlerle hatırlamak isterim;

“ Ben bir sahtekârım… Hiçbir değerim yok… Hiçliğe özendim, hiçliği topladım. Paranın tadı… Ve utanç…

  O ise müzikti… Tüm dünyaya, ölürken yakılan büyük meşaledeki ışıkla bakıyordu. Onun arzu ettiği son noktayı göremedim. Bir üstadım vardı… Gölgeler aldı onu.”



 Güven Serin 


3 yorum:

Olcay dedi ki...

Durup dururken, bir melodi gelir aklına, söylemeye başlarsın. Sessiz, içinden yalnızca, varlığını melodi ile içirip doyurursun, melodi tüm güçlerine el koyar. Sende yaşadığı sürece, içinde tesadüfen kalmış, kötü, kaba, kasvetli ne varsa silip atar, dünyayı da alır kapsamına. Zoru kolaylaştırır, donup kalmış nesneleri kanatlandırır. Evet sevgili dostum ''Dünyanın bütün sabahları geri dönüşsüzdür'' filmini izlerken, sanatın bütün dallarının; evrenin en büyük nakışçısı olduğunu bir kez daha gördüm.Teşekkürler sevgili yazarım.

Arzu Sarıyer dedi ki...

Çok dokunaklı, çok sarsıcı ve muhteşem....Teşekkürler Güven ,selam ve sevgilerle...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Dostlar; dostlarım;teşekkür ederim;yazarken benim de farklı duygular taşıdığım bir çalışma...