Kamera; Güven Salt Beyoğlu
EKMEK SU KADAR EDEBİYAT
Canlı bedenler suya,
yiyeceğe, havaya, güneşe muhtaçtırlar. Biri eksilirse dengeler bozuluverir.
Muhtaçlığını
tamamlayan beden iç dünyasını yüceltmek, dış dünyaya sürekli tazelik aktarmak
ister. İşte tam da burada ortaya insanın yaratıcılığı çıkar. Tabiatla dostluk
kurmak da bu zenginliğin esas sebeplerinden birisidir.
Resim, musiki,
edebiyat tabiatın bizden önceki şekillenmelerinden, çeşitliliğinden, yine
insanlığın en ilkel zamanlardan bu yana gözlemleriyle bugüne ulaşır. 30 Bin yıl
önceki mağara duvarlarında insan eliyle çizilmiş resimler, işaretler
buluyorsak; insan denen canlının medeniyete ulaşmak için ne büyük zorluklar,
yokluklar, tehlikeler içinde dahi, tutunduğu meşguliyetlerin en hakiki vahşilik
içinde dahi yol gösterici, moral verici bir rol oynadığını görürüz.
Edebiyat bizim
peşimizde koşmaz. Biz, su, ekmek için çırpındığımız kadar onun için çırpınmaya
başladığımız an; yer ile göğün birlikteliğini, eşsiz evrenin varlığını muazzam
bir şekilde harekete, devinime ihtiyaç duyduğunu fark ederiz.
Bir çocuk; bir
delikanlı intihar etme düşüncesi içinde gençlik yıllarında intiharı düşünmüş
Alman yazar Herman Hesse’ye 1951 yılında bir mektup yazar. Yazara iki soru
yöneltiyor.
Düştüğüm bu
girdaptan, yaşam ile ölüm arasında ki çelişkilerden kurtulmak için;
Ne yapabiliriz?
Hesse genç adama şu
cevabı yazar;
“ Bu soruya tam bir
cevap veremem. Ömrüm boyunca hep tek başıma davranmayı ve kişiliği savundum.
Kendi iradesiyle hareket eden bir insana genel kurallarla yardım edileceğine
inanmıyorum. Çünkü kurallar ve reçeteler bağımsız edenler için olmayıp
milletler ve toplumlar içindir. Gerçek şahsiyetler için hayatın kötü tarafları
olduğu gibi güzel tarafları da var, onların kimsenin himayesine ihtiyacı
yoktur. Hayallerinin verdiği sevinçten haz duyarlar ve gençliklerini takip eden
yıllarda büyük bir sorumluluk altına girerler.”
Hesse, sorusuna,
düştüğü girdapta kurtuluş arayan gence edebiyatın insanın hücrelerine sızmış
gerçekliğiyle cevap veriyor; insan iradesini ve insanın karakterini oluşturan
yaşamsal tercihin önemini belirtiyor.
Genç adamın sorduğu
ikinci soru ise yazarımızın gençliğinde niçin intihar etmekten vazgeçtiği
üzerinedir. Yazar, yaşama dair iksirini yine edebiyatın ak yüzüyle ortaya
döküyor;
“ İkinci sorunuz, istediğim halde neden kendimi asamadım?
Bunun için bir sebep göstermeyeceğim. Ortada yeteri kadar sebep olduğu halde
boynum ipe karşı isteksizdi ve içimde ölmek isteğinden çok yaşama isteği vardı,
ama bunun farkında değildim.
Gerçi okul ve
yöneticisi bana çok sıkıcı ve eziyet verici geliyordu. Hatta bazen bütün
ümitlerimi kaybediyordum, ama gene de eşyanın, yıldızların, mevsimlerin,
ilkbahardaki yeşilliğin, sonbahardaki kırmızı ve sarı renklerin, elmayı
dişlemenin ve güzel kızlara karşı beslenen duyguların ne kadar güzel ve çekici
olduğunu görmek ve tatmak kabiliyetine ve ruhuna sahiptim… Buna duygu insanı
olmanın yanı sıra bir de sanatçı olmam ekleniyordu; Çevreden edindiğim imajları
ve izlenimleri kafamda yeniden canlandırabiliyor ve onlarla oyalana biliyordum.
Bundan başka onları çizgilerle, melodilerle, şairane sözlerle yeni ve değişik
bir şekilde dönüştüre biliyordum. İşte bana hayatı ölümden daha güzel gösteren
bu sanatçı zevki ve merağı olmuştur.”
İşte böyle dostlar;
yaşamın bütün zenginlikleri edebiyata yansır. Edebiyat yaşamın büyük, sonsuz
seçeneklerinden beslenir. Tıpkı bizim evrenin bir parçası olduğumuz gibi; hiç
durmadan devinime muhtaçlığımız gibi…
2 yorum:
Edebiyat büyük bir zevktir, mutluluktur.Okumakda,yazmakda öyle. Darwin, Marx, Freud, Einstein dünyayı kitaplarla değiştirdi. Bu yüzden gerçek edebiyat '' kapitalist diktatörlük'' için her zaman tehlikeli görülmüştür. Bireyler düşünmesin, soru sormasın, tüketici olsun. Kitapların yaydıkları hümanist fikirlerden etkilenmesinler, bilinçlenmesinler diye edebiyatı her zaman içi boş bir oyun olarak göstermek için bir sürü oyunlar tertiplediler. Ne yaparlarsa yapsınlar edebiyat , okyanus balıklarından karıncaların hayatına kadar, insanı anlatma sanatıdır Bunun temelide psikolojidir. Gılgamıştan, Homeros'tan bu yana değişmeyen bir gerçek bu..Bunun yanında özellikle yazım dünyasın da intahar vakaları çoğunluktadır.Bu İnsanlar ''Normal'' diye kabul ettiğimiz insanlara göre çok daha duyarlılar.,hayatın acılarını ve sevinçlerini herkesten daha fazla ve derinden duyarlar. Bu nedenle olsa gerek, yaralanmalara ve incinmelere daha açık oluyorlar. Güzel bir makale olmuş, edebiyat tadında, teşekkür ederim güzel dostum...
Olcay Kasımoğlu
Bir söz hatırlıyorum edebiyatın içinden; " insanın içine yansıyanı dile getirmesi ne hoştur" der, yüzyıllar öncesinin şairi. Ve başka bir yazın insanı da; " öğrenirken öğretmek, eğitilirken eğitmek" fikrinden söz eder; ne hoş,ne değerli şey...
Yorum Gönder