Kamera; Güven Şile
BİR MÜLTECİ DAHA ÖLDÜ
Bir o kıtadan bir o
kıtaya akan insan selleri; belli ki hiç bitmeyecek. Hatta biraz daha ileri
giderek; “hiç bitirilmeyecek” de diyebiliriz…
Birleşmiş Milletler
tanımına göre Mülteci;
“ Irkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal grup mensubiyeti
veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku
taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korsusu nedeniyle geri dönmeyen veya
dönmek istemeyen kişidir.”
BM’nin tanımı tam
olarak böyle! Geri dönmek istemeyen kişi!
Ege Denizi, Akdeniz
bu tür ilerleyişlere, yaşam ile ölüm arasındaki o muhteşem çizgiye her gün
tanıklık ediyor. Homeros yaşasaydı bir destan da Mülteciler üzerine yazardı.
Egenin Tanrı ve Tanrıçalarının büyük savaş çığlıkları arasında bir zamanlar
birbirine bağlı olan iki kıtanın adacıkları arasında ki insan çığlıkları,
coşkuları kim bilir hangi sözcüklerle zamanın ötesine taşacak edebi şölene
dönüşürdü.
Bütün dünyanın
seyrettiği ölümlerin hiçbir anlamı yok. Çünkü yaşam hızla devam ediyor unutmanın
büyüsüyle yaşam denen mide, ego, gurur savaşı içinde kendini kandıran büyük
topluluklara.
Stefan Zweıg
Brezilya’da öldüğünde ülkesinden binlerce km uzaktaydı. Bir mülteciydi.
Özgürlüğe adanmış, edebi sırlar ülkesine girmeye cesaret etmiş o insan sessiz
çığlığını şu şekilde ifade ediyordu;
“ Her gölge sonunda
yine ışığın çocuğudur. Ancak aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle
alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır.”
Ülkemizin Ege
sahilinde yaz aylarında bir başka mültecinin ölümü tüm dünyayı bir parça
sallamaya yetti. Küçük bir çocuk; minicik bir beden Bodrum sahilinde yatıyordu.
Aylan Kurdi; tüm dünya onu “AYLAN BEBEK” olarak tanıdı. İlk kez yaşamın ne
kadar değerli ve o yaşam için hangi canların
Zamanı gösteren
belgeler 2 Şubat 1944’ü gösteriyordu. Dünya basını şu haberi veriyordu;
“ Bir mülteci yaşamı
daha alışılmış şekilde sona erdi…”
Anlaşılan şudur;
dünya 1944 yılında da mülteci ölümlerine alışıktı. 1844’de … Aylan bebek de bir
mülteci çocuğun insan zamanına trajik bir hediyesidir.
Aynı yıl ülkemize de
akın eden mülteciler akademik dünyamızın; üniversitelerimizin, dans, müzik
salonlarımızın kurucuları arasında yerlerine aldılar. O dönemin bilim
insanlarına dönüp baktığımızda ülkemiz için ne büyük katkılar yaptığını anlamak
adına oldukça önemlidir 1930 ve 1940’lı yıllar.
Aynı zamanda
mültecilerin son vatanı olamayışın güçsüz oluşunu, yetersiz kalışımızı da
düşündürmek isterim.
Dünya basını “
alışıldık bir şekilde bir mülteci daha öldü” diye Zweıg’in ölüm haberini
duyururken, aynı zamanın aydını Thomas Mann; “ O, katıksız ve köktenci bir
savaş karşıtıydı.” Diyerek Zweig’in ruhuna gönderme yaparken,derin hüznünü dile
getirmiştir.
Bugün de yaşasa
muhtemelen mülteci olacaktı. Savaşların getirisi, insanlık vicdanından daha
önemli kabul ediliyor; hazin bir kabul ediş, sineye çekiş töreni…
Yine aynı dönemin bir
başka aydınlığı Herman Hesse ülkesi Almanya’yı bu yüzden terk etmiş İsviçre
vatandaşı olmuştur. Henüz 25 yaşındadır. İnsanın olgunluk zamanının hangi yaşta
olacağı hiçbir şekilde belli olmuyor.
Algılar olgunlaşmış,
vicdan evrensel tınıları duymuşsa; aldığınız koku korkunç derece insanidir…
Bu insaniyet
içerisinde Herman Hesse değerli yapıtlar ortaya çıkarırken 8 Temmuz 1938 zamanı
mülteciler için şu notu düşmüştür;
“ Bilhassa 11 Marttan
bu yana mültecilerden dolayı öylesine endişeliyim ki, zihnim işleyemez hale
geldi…”
Ülkemizin mülteci
vaziyetini tam olarak kim biliyor? Onların yaşam koşulları; uyum sorunları ve
bizlerin yaşamları içerisinde ki yerleri; tam olarak hangi kurumun
sorumluluğundadır?
Belki de
tekrarlanacaktır bu söz durmadan. Ünlenmiş birisi öldüğünde veya sıradan; dünya
basını onun için “ ALIŞILDIK BİR ŞEKİLDE BİR MÜLTECİ DAHA ÖLDÜ!” diyecek.
2 yorum:
Ölümlerin kanıksandığı bir dünyada, insan yaşamı ne kadar ucuz değil mi Sevgili Güven.
Mülteci insanların acılarını, sessiz bir film izler gibi izliyoruz.
Çağın vebası gibi;
Mal, makam, şehvet, şöhret, parti, ideoloji ve kullara esir olmuş akıl ve ruhun bedeni özgür olamaz. Bedenden önce akıl ve vicdanların özgür olması gerekir. ne kadar önemli bir ayrıntıyı taşımışsın yazına ''Algılar olgunlaşmış, vicdan evrensel tınıları duymuşsa; aldığınız koku korkunç derece insanidir…'' Ve insan olmanın gereğidir..
Olcay Kasımoğlu
Yaşatmak için bilim çılgınlar gibi çare üretirken, ölüm için bu kadar çok şey yapılması;insanlık kusuru-suçu sevgili Olcay..
Yorum Gönder