23 Aralık 2015 Çarşamba

BİR MÜLTECİ DAHA ÖLDÜ


Kamera; Güven   Şile

BİR MÜLTECİ DAHA ÖLDÜ

 Bir o kıtadan bir o kıtaya akan insan selleri; belli ki hiç bitmeyecek. Hatta biraz daha ileri giderek; “hiç bitirilmeyecek” de diyebiliriz…

  Birleşmiş Milletler tanımına göre Mülteci;

“ Irkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal grup mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korsusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişidir.”

 BM’nin tanımı tam olarak böyle! Geri dönmek istemeyen kişi!

  Ege Denizi, Akdeniz bu tür ilerleyişlere, yaşam ile ölüm arasındaki o muhteşem çizgiye her gün tanıklık ediyor. Homeros yaşasaydı bir destan da Mülteciler üzerine yazardı. Egenin Tanrı ve Tanrıçalarının büyük savaş çığlıkları arasında bir zamanlar birbirine bağlı olan iki kıtanın adacıkları arasında ki insan çığlıkları, coşkuları kim bilir hangi sözcüklerle zamanın ötesine taşacak edebi şölene dönüşürdü.

  Bütün dünyanın seyrettiği ölümlerin hiçbir anlamı yok. Çünkü yaşam hızla devam ediyor unutmanın büyüsüyle yaşam denen mide, ego, gurur savaşı içinde kendini kandıran büyük topluluklara.

 Stefan Zweıg Brezilya’da öldüğünde ülkesinden binlerce km uzaktaydı. Bir mülteciydi. Özgürlüğe adanmış, edebi sırlar ülkesine girmeye cesaret etmiş o insan sessiz çığlığını şu şekilde ifade ediyordu;

 “ Her gölge sonunda yine ışığın çocuğudur. Ancak aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır.”

 Ülkemizin Ege sahilinde yaz aylarında bir başka mültecinin ölümü tüm dünyayı bir parça sallamaya yetti. Küçük bir çocuk; minicik bir beden Bodrum sahilinde yatıyordu. Aylan Kurdi; tüm dünya onu “AYLAN BEBEK” olarak tanıdı. İlk kez yaşamın ne kadar değerli ve o yaşam için hangi canların

 Zamanı gösteren belgeler 2 Şubat 1944’ü gösteriyordu. Dünya basını şu haberi veriyordu;

 “ Bir mülteci yaşamı daha alışılmış şekilde sona erdi…”

  Anlaşılan şudur; dünya 1944 yılında da mülteci ölümlerine alışıktı. 1844’de … Aylan bebek de bir mülteci çocuğun insan zamanına trajik bir hediyesidir.

 Aynı yıl ülkemize de akın eden mülteciler akademik dünyamızın; üniversitelerimizin, dans, müzik salonlarımızın kurucuları arasında yerlerine aldılar. O dönemin bilim insanlarına dönüp baktığımızda ülkemiz için ne büyük katkılar yaptığını anlamak adına oldukça önemlidir 1930 ve 1940’lı yıllar.

  Aynı zamanda mültecilerin son vatanı olamayışın güçsüz oluşunu, yetersiz kalışımızı da düşündürmek isterim.

 Dünya basını “ alışıldık bir şekilde bir mülteci daha öldü” diye Zweıg’in ölüm haberini duyururken, aynı zamanın aydını Thomas Mann; “ O, katıksız ve köktenci bir savaş karşıtıydı.” Diyerek Zweig’in ruhuna gönderme yaparken,derin hüznünü dile getirmiştir.

 Bugün de yaşasa muhtemelen mülteci olacaktı. Savaşların getirisi, insanlık vicdanından daha önemli kabul ediliyor; hazin bir kabul ediş, sineye çekiş töreni…

 Yine aynı dönemin bir başka aydınlığı Herman Hesse ülkesi Almanya’yı bu yüzden terk etmiş İsviçre vatandaşı olmuştur. Henüz 25 yaşındadır. İnsanın olgunluk zamanının hangi yaşta olacağı hiçbir şekilde belli olmuyor.

  Algılar olgunlaşmış, vicdan evrensel tınıları duymuşsa; aldığınız koku korkunç derece insanidir…

 Bu insaniyet içerisinde Herman Hesse değerli yapıtlar ortaya çıkarırken 8 Temmuz 1938 zamanı mülteciler için şu notu düşmüştür;

 “ Bilhassa 11 Marttan bu yana mültecilerden dolayı öylesine endişeliyim ki, zihnim işleyemez hale geldi…”

 Ülkemizin mülteci vaziyetini tam olarak kim biliyor? Onların yaşam koşulları; uyum sorunları ve bizlerin yaşamları içerisinde ki yerleri; tam olarak hangi kurumun sorumluluğundadır?

 Belki de tekrarlanacaktır bu söz durmadan. Ünlenmiş birisi öldüğünde veya sıradan; dünya basını onun için “ ALIŞILDIK BİR ŞEKİLDE BİR MÜLTECİ DAHA ÖLDÜ!” diyecek.

 Güven Serin 


 



2 yorum:

ASİ VE MAVİ dedi ki...

Ölümlerin kanıksandığı bir dünyada, insan yaşamı ne kadar ucuz değil mi Sevgili Güven.
Mülteci insanların acılarını, sessiz bir film izler gibi izliyoruz.
Çağın vebası gibi;
Mal, makam, şehvet, şöhret, parti, ideoloji ve kullara esir olmuş akıl ve ruhun bedeni özgür olamaz. Bedenden önce akıl ve vicdanların özgür olması gerekir. ne kadar önemli bir ayrıntıyı taşımışsın yazına ''Algılar olgunlaşmış, vicdan evrensel tınıları duymuşsa; aldığınız koku korkunç derece insanidir…'' Ve insan olmanın gereğidir..

Olcay Kasımoğlu

GÜVEN SERİN dedi ki...

Yaşatmak için bilim çılgınlar gibi çare üretirken, ölüm için bu kadar çok şey yapılması;insanlık kusuru-suçu sevgili Olcay..