Kamera; Güven Kaleiçi Antalya
Yine ve yeniden kayboldum sokaklarında;adres,sorduğum her kişi,
bir başka yere yönlendirdi beni. Döndüm durdum taşın
ahşabın,çiçeğin birbirine sarıldığı dinginliğin baharla
bir olduğu diyarda.
Kamera; Güven Kaleiçi Antalya
Kamera; Güven Kaleiçi Antalya
Bayılmak mı, yoksa ayılmak mı denir buna;
bilemedim...
Kamera; Güven Kaleiçi Antalya
Buranın vazgeçilmezi Yaseminler; o baştan çıkartıcı şeyler;
gece çökünce mimarinin,mekanların, ruhların üzerine;
onlar salını veriyor tüm cesaretleriyle.
Kamera; Güven Antalya
Göçleri sevdim ben; baharda yapılan, insanın insanı,
canlının canlıyı kaybedip bulduğu zamanlar.
Kamera, Güven Antalya
Perge Antalya
Muhteşem... Bir de fark edilip bir an önce tümüyle insanlığa
sunulsa...
Kamera; Güven Perge Antalya
Kamera, Güven Antalya
Hem asiler, hem yabanlar, hem doğa aşığı bunlar...
Akdeniz-Antalya
Gök kubbe altında insana armağan edilen bir cennete
gelmişliğin,seçilmişliğin, biraz olsun fark etmişliğin
selamıyla...
GÜNEYE YOLCULUK
İlkbaharda
Afrika’dan göç eden kuşlar sonbaharda tekrar göç törenleriyle geldikleri
yerlere döndüler. Sırasıyla; Leylekler, Kırlangıçlar, Pelikanlar, Sığırcıklar
ve diğerleri… Yaşam ile ölümün arasındaki ince çizginin, büyük hatırına, yüz
binlerce yıldan bu yana tekrarlanan uçuşların, yürüyüşlerin hikâyeleri gizlidir
göçlerde.
Kendi ruhumda da,
ruhumun bedenime yaptığı tesirde de göçün ve döngünün izlerini görüyorum. Her
yolculuk, koşulsuzluğun, merakın ve öğretilerin büyüsü ile kendi çağırısını
yapar bana.
Antalya yolculuğum
da bu çağrıların yüksek seslerine inanmışlıkla başladı. Aynı anda dört mevsimin
yaşandığı ülkemiz, onlarca uygarlığın izleriyle, onlardan geriye kalan muhteşem
nesnelerle, dağlarında, vadilerinde, tepelerinde, ormanlarında yeşerttiği
renklerle, bin bir çeşit baharatlarıyla bekler bizi.
Güneye yaptığım
yolculuğun koşulsuzluğu, doğallığın, insan eliyle oluşmuş mimarinin
birleştiriciliğiyle başladı. Kokuların iç içe karıştığı; yasemin ve hanımeli
çiçeklerinin kekik ile çam kokularının tek vücut olduğu yerlerde dolandım.
Kaleiçi, her zaman
kaybolmaktan büyük keyif aldığım, taşın bitmeyen senfonisini söylemeye devam
ediyor. Taşların, düzenin ve ahengin Antalya ve ülke turizmine hizmet ettiği
yerlere bir kez daha gitmenin, o tanıdık yerlere “merhaba” demenin büyük
heyecanını yaşadım.
Akdeniz, yine o
bildik renkleriyle; mavi ve yeşil ile selamlıyor insanı. Kavuşuyor bedenin
yavrusuyla kavuşan ananın bedeni gibi; sarmalıyor sizi; tuzun, yosunun buğulu
kokularıyla.
Kaleiçi’nin taş
evlerinin zarif bahçeleri nar ağaçlarıyla, çamlarla süslenmiş. Hanımeller,
yaseminlerle gizemden gizeme akıp duruyor. En heyecanlı yaşananlardan birisi
de, tabiat aşığı olan Asi Yaban Keçileri gurubuyla yapmış olduğum gezinin
doyumsuz tatları oldu.
Asi Yaban Keçileri
topluluğu tabiata gönül vermiş, insan denen canlının huzurunu tabiat ile
mayalamış canlılardan oluşuyor. Yürümekten, düşünmekten, konuşmaktan, gülmekten
korkmayan insanlarla birlikte yol aldım; patikalardan, yollardan, tepelerden…
Onların gözüyle, yaban keçilerinin asi, faydaya, sevgiye yönelmiş bakışlarıyla
izledim, kokladım ve dokundum; güneyin güneşiyle kutsanmış her yerine.
Orhan Beyi, Turhan
Beyi, Ali Beyi, Gülsen Hanımı, Asude Hanımı ve sarmasından yediğim, sularından
içtiğim, sohbetlerinden faydalandığım güzel insanları, kros yapan bıyıklı arkadaşı, Bekçi Murtaza
disipliniyle araç kullanan şoför Ramazanı; beni içlerine kabul eden Asi Yaban
Keçilerini minnet ile selamlamanın coşkusunu yaşadım.
Güneye yapmış olduğum
yolculuk, yaratıcının yaratılmışlığa armağan ettiği en güzel eylem ile
hareketin özüyle gerçekleşti. Durağanlığı yıkan, bataklığı kurutan, cehaleti
öldüren en güzel şey; öğrenimlerin öğretilerine koşmaktır. Göç, görmenin ve
bakmanın, hareket edip ulaşmanın çağrısıyla yapıldığında içinizdeki ölümlü
bedenin, ölümsüz aşkı ve o ebedi sevda başlar…
Güneyin güzel şehri
Antalya; tarih ve doğanın en bonkör sunumlarıyla insanlığa armağan edilmiş
nadide yerlerimizden sadece birisi. Şehir, parkların krallığına dönüşmüş. Ala
bildiğince park; çamların, zakkumların, ılgın ağaçlarının, palmiyelerin orman
kokularıyla Akdeniz’in hemen kıyısında uzanıyor. Deniz ve denizin bittiği
yerdeki kayalar, milyonluk kavuşumlarla adeta rahatlama yataklarına, dinlence
kaplıcalarına dönüşmüş.
Yürüyüş sporuna,
bisiklet sürmeye, yüzmeye, kuşa, böceğe sevgiye, sevgiliye kucak açmış bu
şehrin bağrına, parklarına, ormanlarına, dağlarına, denizine, tarihine biraz
daha yakın olmak, insanlığa biraz daha yakın olmamı sağlarken; İnsanlığın doğal
salınışlarını yaşarken, yaşamın doğal ama üzücü ölümlerini duydum. Tuncel
Kurtiz ve Turgut Özakman, sonbahar da; bir göç mevsiminde göç etmişler…
Ne derdi Tuncel
Usta;
“Sömürü, işgal varsa;
YA İSTİKLAL, ya ÖLÜM diyen de vardır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder