Kamera; Güven Pera Müzesi-Alekbey Savrasoya
Bozkırda Sabah
Gün ışımaya başlayınca telaşı da başlar. Bu telaştır
bizi oyalayan, oyaladıkça seçenekleri önümüze
koyan.
SOLUK YÜZLÜ ŞÖVALYE
İnsanın insanlık
yolculuğundaki arayışları hiç bitmez. İnsanlık yara aldıkça, kan kaybettikçe
kendi kurtarıcılarını da çıkarır ortaya. Bir zamanların Avrupa’sında da
şövalyeler vardı. Atlı savaşçılar denirdi onlara.
Ülkemin insanı da
kendi yolculuğunda yaşadığı büyük zorlukları aşmak, aşamadıklarını kendi
içinden çıkardığı kahramanlarla teselli etme yaradılışına tanıklık etmiştir.
Dede Korkutlar, Karacaoğlanlar, Köroğlular insanlarının büyük yangınlarında
ortaya çıkmışlardır.
Halkların en büyük
kurtarıcısı kendileridir ama bu bilinen gerçek inanılmaz bir dağınıklığın
büyülü sebebinden dolayı bir türlü gerçekleşmez. Daima uyanıklar-kurnazlar
topluluğu halkın kurtarıcısı kılığına girip, halkı kurtara kurtara kurtarılmaya
muhtaç ederler. Öteden beri bilinen soylu bir gerçektir bu kurtarıcıların
hikâyesi!
Soluk Yüzlü Şövalye,
yani Don Kişot günümüzden dört yüz yıl önce var olmuş bir halk kahramanıdır.
Muhteşem bir eserin insanlığa armağanıdır. Ölümlü insanın ölümsüz tarafıdır Don
Kişot. Soluk Yüzlü Şövalye daha sonra Aslan Yüzlü Şövalye lakabını alsa da
kendi içindeki devrim niteliği taşıyan özellikleriyle, taklit edilemez
karakteriyle nesilden nesle aktarılacaktır.
Don Kişotu otuz yıl
önce okumuştum. Aklımda kalan zırhlı bir deli şövalye ile seyisi Sancho Panzo
ve Yel Değirmenleridir. Bu kitaba otuz yıl sonra niye döndüm? İçimdeki sesin
çağrısı yüzünden! O güzel eserin içindeki saf kalpli, zaman zaman bilge
kişiliğe bürünen, ama insan samimiyetini unutmayan ölümsüz kahramanların
seslenişi yüzünden.
Seslenişte kimler
yoktu ki; Soluk Yüzlü Şövalye, seyisi Sancho Panzo ve boz eşeği. Soluk Yüzlü
Şövalyenin tıpkı sahibi gibi olan zayıf atı; anılarımın bu güne taşınmasını,
bugün ile sarmaş dolaş haline gelmesine sebep oldu.
Cevantes’in yazdığı
Don Kişot romanı dünya klasiklerindendir. Bunu hak etmiş, bu hakkın hakkını
verip yüzyıllar ötesinden hiçbir toza-dumana ve kirliliğe bulaşmadan bugünü
ulaşmış bir eserdir. Anlaşılan o ki, güzel eserler zaman zaman bugüne davet
edilmeli. Çünkü onlar zamansızlığın içinde hep taze, hep duygulu, hep iyiliğin
varlığı adına bizim onlara gelmemizi bekliyorlar.
Şimdi bu zamanda ortaya Don Kişot benzeri şövalyeler çıksa
kimse kurtarıcı diye ciddiye bile almaz. Hatta Dede Korkutlar, Karacaoğlanlar,
Köroğlular dağlardan bizlere seslense; “ ey soylu halkım, korkmayın! Başınızı
dik tutun; insan olmak bunu gerektirir!” dese, kimse bu sesi duymaz bile.
Neden diyecek olursanız; çıkardığımız gürültüler, adına
şehir dediğimiz keşmekeş yerleşim yerleri o kadar büyük gürültü ve kirlilik
üretiyor ki, insan kendi duyarlılığını geçici olarak da olsa kaybetti.
Nasıl oluyor da yarı
deli bir şövalye ve ona inanan saf bir seyis yüzyıllardır aynı coşku, aynı
sevgi içinde yaşayıp bugüne ulaştı? Soluk yüzlü şövalye bazen öyle büyük hayal
dünyasına giriyor ki yel değirmenlerini devlere, koyun sürülerini düşman
ordusuna benzetiyor. Ve savaşıyor onlarla. Her seferinde de oldukça iyi bir
dayak yiyor, hırpalanıyor. Ama bıkmıyor, ne iyiliği düşünmeden, ne savaşmaktan
ne de görmeden, bilmeden sevdiği büyük aşk ile kendisini adadığı sevgilisi
Toboso’lu Dulcinea. Dülcinea Don Kişot’un bircik aşkıdır. Bütün kahramanlıkları
ona adanmıştır.
Soluk yüzlü şövalye
her ne kadar hayal dünyasında yaşasa da zaman zaman bilge konuşmalarıyla,
davranışıyla herkesi şaşırtır. Bir tarafı bilgi bir insanken, bir tarafı hayal
dünyasında, okuduğu şövalye romanlarının etkisi altında kalan kahraman bir
şövalye karakteriyle çıkıyor karşımıza. Değişmeyen tek tarafı; hiçbir işini
hilebazlıkla, diğer insanları mağdur etme sanatlarıyla yapmamasıdır.
Şimdi, bu zamandaki
kurtarıcıları; özelikle akıllı, iyi eğitim görmüş, birkaç yabancı dil bilen
kurtarıcıları gördükçe bu tür kahramanların niye özlendiği, niye yaşatıldığını
anlıyorum. Bu yüzden Kemal Sunal filmleri izlendikçe izleniyor. Salak-saf bir
insanın aldanıyorken, dayak yiyorken bir şeyler anlatması, aslında büyük
zekânın hilebazlıkla, korkuyla, gururla hiçbir şey ifade etmeyeceğinin soylu
hatırlatışını da yapıyor.
Soluk yüzlü şövalye
öleceğine yakın akıllanır. Yani gerçeği anlar ve gezici şövalyelikten,
kahramanlıktan vazgeçer.
Don Kişot öleceğine
yakın gerçeği anlamıştır. Hayalin peşinde koştuğunun soylu gerçeğini fark edip
hasta yatağından yeğenine seslenir;
“Sevgili yeğenim; Tanrı’nın insanlara bağışladığı en önemli
şey akıldır, bu yüzden bu güne kadar yaptığım saçmalıklardan son kez de olsa
vazgeçip, bunu değiştirmek, mezara akıllı, uslu birisi olarak gitmek
istiyorum.”
Don Kişot gibi
muhteşem bir eseri insanlığa armağan eden yazar, kitabın tüm sayfalarındaki
hafif tebessümü, bu günün asık yüzlü insanlara bir armağanı olarak kabul
ediyorum. Yine yazarın bir armağanı olan soluk yüzül şövalyeye adanmış, belki
de mezar taşına konmuş bir şiir;
Burada yatan ünlü yiğit soylunun,
Ölüm bile yenemedi hayatını;
Meydan okudu dünyaya,
Dünya korktu bostan korkuluğundan,
Çılgınca yaşayıp bilgece can verdi.
Hayatın sırrı,
güzelliği ve kalıcılığı belki de biraz çılgın yaşamak ve bilgece ölmekte
gizlidir; kim bilir…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder