Kamera; Güven Akropol-Bergama
Bu diyar taşların, tepelerin zanaat ile
buluştuğu diyar.
Taş koridorlar insan beynindeki kıvrımlar
gibi gizemli arayışların sevinçli
buluşlarına doğru yol alıyorlar.
Kamera; Güven Akropol-Bergama
Uygarlıkları yer üstüne çıkarma becerisini
felsefe ve sanat ile buluşturmak belki de
yer altı inişlerin, toz-duman oluşların da
sihirli cevabını bulmamıza şans verecektir.
ÖLÜMÜ YAŞAMLA DOLDURMAK
Kolay bir şey midir;
ölümsüzlüğü hayal ederken teslim olmak ölüme? Ağır ağır, kırıntı kırıntı
ilerleyen ömür saati, hangi yaşam çılgınlıklarıyla doldurulmalı ki, ölüm yaşama
dönüşsün?
Bu zalim ve
kaçınılmaz ölümü kim bilir kaç insan sorgulamıştır. Kimi bir ömür bir arpa boyu
yol alırken, kimi o ince çizgiye, ölümü yaşamla doldurma zenginliğine ulaşmış,
satırlara, öykülere geçen yaşam elbiselerini gönüllü olarak bırakmışlardır.
Yaşamak zor sanattır.
Bu sanatın sonu ölüm ise, kaçınılmaz olduğu biliniyorsa, bir de sürpriz
vurgunlar peşimizi şımarıkça, zalimce takip ediyorsa; yaşamı, yaşarken berbat
etmenin faturası bize; biricik bedenimize kesilecektir.
Her filozof, düşünen
kişi, bu zalim ölümü sorgulamıştır. Gelinen noktada kendi içsel huzurunu
yakalayanlar, hayatın zenginliğini farklı yönlerde arayanlar yaşarken ve ölüme
yaklaşırken dahi daha da yaşamla doldurmaya başlarlar bizi bekleyen o gaddar
ölümü. Hızla ruhsal çıplaklığa doğru yol alırlar. Bedenin gösterişinden sıyrılmanın
bin bir çaresini arar, gururu, onura, büyük kazançları mütevazı yaşam
biçimlerine dönüştürürler. Kaybedecek ne kadar şeyimiz varsa, o kadar korkar, o
kadar telaş eder ve can sıkıcı çarelerden medet ummaya başlarız. Her kazanma
isteği, daha fazla ve daha fazla vurulacak kamçı darbeleriyle, insan zekâsının
güzel-soylu hileleriyle buluşmaya başlar.
Yaşamla
dolduramadığımız ölüm kaçınılmazdır… Acımasızdır… Bu yüzden sanata, felsefeye
hayat vermiş Abidin Dino hasta yatağında büyük acılar içinde yaklaşmıştır
ölüme. Bildik korkulardan değil, ölümü çare olacak onu kurtaracak bir dost
edasıyla seslenmiştir Dino;
“Ölüm mü; ne büyük bir buluş!” Bu sözü ancak acıların
yoğunluğunu yaşayan, çareyi yaşam içinde bulamayan ve hayatın diğer bölgelerine
dokunarak anlamlı, içi doldurulmuş bir yaşam süren insan icat eder. Ve ölüm
böyle bir şeydir; beden yaşamaktan vazgeçti, dayanılmaz ağırlar, sızılar terk
etmediyse bizi.
Hayatla, hayatın
bütün getirileriyle barışık yaşayan insanlar vardır çevremizde. Bakışlarındaki
doluluk, yüzlerindeki ışık, bize sundukları bilgelik, beş on kelimeden öte
geçmese bile, yaşam sanatının asıl olan güler yüzlü, zengin gönüllü olabilme
şansına sahip olmuşlar; karşılaştıkları her türlü olayı kendi görgü, bilgisi ve
kabul edişiyle selamlamışlardır.
Yaşam; yaşamak
ölürken bile; öleceğimizi bile bile güzel ve tarifsiz bir dünya olayıdır.
Görkemli evrenin bilinen tek canlı gezegeni; sırlarıyla, gizemleriyle birbiri
içine geçmiş bir sürü yaşam formatını taşıyor.
İnsan denen canlıya
diğer canlılardan öyle üstün özellikler sunulmuş ki paha biçilemeyecek kadar
değerli. Nedir diyecek olursanız; AKIL derim. Hislerimiz derim… Ama bu akla, bu
hislere ve sezgilere, öğrenme açlığına sahip olan insan; sürekli savaş,
kargaşa, yetmezlik ve tarifsiz acılar içinde; neden? Çok, çok iyi bir soru;
neden? Yaşam sanatını büyük bir oburluk gibi görmemizden… Dedelerimiz bir
hırka, bir lokma ile mutlu ve huzurlu oluyor, sekiz-on çocuk
yetiştiriyorlarken, bizler, bir çocuk yetiştirme arbedesi içinde neredeyse
telef oluyoruz.
Kendi hayatımızı
yarış atının düzenine soktuğumuz gibi çocuklarımızı da yaşam telaşı içindeki
büyük koşuda, ne çocuk, ne de insan olarak görmüyoruz. Hâlbuki yaşam, ölümü
algılamamızı sağlayan biricik yaşam, her yaşın yaşama zamanını tanıdığı zaman,
zengin düşünme ve algıları oyunla, mizahla arttırdığımız zaman esas ve büyük
anlamına kavuşur.
Ölümü yaşamla
dolduran, dünya zamanının her türlü çilesini, neşesini tutarlı ve temkinli bir
görgü ile karşılayan insanların da derin seslenişleri, tarifsiz özlemleri
vardır. Füsun Akatlı dostu Tomris Uyar’ın erken ölümü üzerine haykırışı şöyle
olmuştur;
“Hiç durulmadan akan sudur o. Çakıl taşlarından seken,
engebeleri aşan ritim kazanan, gözü-kulağı yanıltan, toprağa emilen, göl olup
taşan, güvendiren, yeşerten, setini yıkan, yeniden sabırla kaynaktan baş veren.
Bunu şaşırtmak için yapmayan; ama şaşırtan, içsel enerjinin
efendisidir.”
Ölümü yaşamla
doldururken eğlenirsiniz. Duygulanırsınız. Taşkınlıkları taşacak suları çevreye
zarar vermeyen mimari kanallarla çözümlemenin yorgun keyfini de yaşarsınız.
Öleceğinizi bilerek; öykülere, şiirlere, çiçeklere, sevgilere, seslere, evrene
benzeyen derin ve sonsuz bakışlara akarsınız…
Sonlu olsa bile aşkı
yüceltir, koruma altına alan insan erdemini keşfedersiniz. Yaşam davulları
ölüme yaklaşan töreni her zaman neşelendirmek, hatta biraz da oyalamak için
çalarlar.
Yaşamı, yaşarken
yaşamla dolduran Salah Bersel’de ölüme yaşamla katkı verenlerdendir. Birsel
kendi katkısını bir yazısında biz insanlara armağan etmiş;
“ Dört davul görürseniz birine vurun. (…) Üç güzel
görürseniz birini sevin. Siz siz olun on kitap buldunuz-sa… Beşini okuyun!”
1 yorum:
Bir gün öleceğini bilip de yaşayan tek canlı türü insan olduğuna göre hiç kolay değil...
Fotoğraf karelerindeki ironik görkem ifade ettiğiniz duyguları yansıtıyor. Bu tür yerlere gidince, oaralardan gelip geçen nice yaşamlar gelir aklıma, ürperirim. Bir yontunun kıvrımlarına dokunur, ya da bir yabani incirin tozunu koklar, rüzgarın tenime değdiği anın, daha önceki yaşanmışlıklarla kesişme anları olduğunu hissederim...
Yorum Gönder