Kamera; Güven Dalgalar ve Çocuk - ERDEK
DENİZ ve DALGALAR
Yaz günü ve
güneşidir deniz kıyısını insanlarla dolduran. Bebekler, çoluk-çocuklar, kadın
ve erkeklerle; her yaştan insanların bin çeşit renk ve tonlarıyla şenlenir
dalgaların türkü söylediği yerler.
Her yaşta insan,
denizin serinliğine, tuzun iyileştirici şifa gücüne koşarlar. Bir çocuk,
oldukça zayıf bir çocuk oynuyordu günün erken saatinde. Deniz de bir çocuk gibi
kıyıyı yalıyordu korkunç olmayan masum dalgalarıyla.
Deniz, düne göre
daha bir coşku ve heyecan içinde ses veriyor; sıska çocuğun iki kürek kemiği
yerinden çıkacakmış gibi durmasına rağmen, dalgaların kıyıya her yaklaşmasında
çocuk, iyi bir sporcu gibi yukarı fırlıyordu. Anlaşılan o ki, koskoca deniz ile
küçük sıska çocuk oyun oynuyorlardı.
Dalgaların taşıdığı
sular, kuru kumları ıpıslak yaptı. Islanan kum taneleri, bölünen çakıl
taşlarının, bölünebilecek en güzel zamanının yumuşak-esnek duruşunu sergiliyor;
üzerine basılan her ayağın bedenine huzur sunmayı da ihmal etmiyordu.
Denizin yükselişi,
insan kulağına erişen gürültüsü arttıkça sevişmenin arınmaya, rahatlamaya giden
telaşı ve yorgunluğu da artmış gibi görünüyor; denizin içinde yaşama veda etmiş
yosun ve bitkiler; o büyük temizlik adına birer birer kıyıya geliyorlardı. Bu
bir iç temizlik olayıdır. Kimi yosunlar siyaha, sarıya; kimileri ise daha
capcanlı pırıltılar saçan yeşil renkleri taşıyordu.
Siyah yosunların
hayatla bağları kalmamışa benziyordu. Sarılar ise geçiş zamanı içinde ne siyah,
ne de yeşil renge aittiler. Yeşiller, çok küçük ve cılız yeşil yosunlar,
dalgaların coşmuşluğuna hayran hayran bakarken köklerinden kurtulmuş
olmalıydılar.
Denizin upuzun kıyı
şeridinin ince kumları, hasır gölgelikleri, buz gibi limonata taşıyan
garsonları, kahveyi iyi pişiren Mustafa ustanın bulunduğu yere çok yakın; kimi
kitap okuyor, kimi yazılarımı not alıyor; kimi ise insan denen canlının
medeniyetlere bakan gözleriyle etrafı seyrettim.
Dalgaların hemen
bittiği yerde; kuru kumlar ile ıslak kumların yanı başında, insan marifeti ile
örülmüş hasır gölgeliğin altında, kahve içmek de güzel, çay içmek de… Aynı
zamanda düşlerin içine girip, bugüne el sallamak da, düşüncenin saygın ipine
tutunup, girdaplardan kurtulmak da ayrı bir güzel…
Kıyıya yayılan
kozmetik; kadın kokuları iç içe geçmiş tanıdık kokuların yanında gizemli, loş
ve koyu gölgeli orman kokularının iç gıcıklayıcı iletisini de yapıyordu. Siz,
size ait kokunun büyülü gücüne insani bir aşkla bağlıysanız, size çağrıda
bulunan diğer kokuların güzel bir gösteri yapmaktan öte hiçbir önemleri yoktur.
Sıska çocuk kıyıdan;
kuru kumları o küçük avucunun içine alıp denizin birkaç metre içine dönüyordu.
Sonra, avucunu denize paralel tutup, kumları imbikten aşağı döker gibi suya
teslim ediyordu. Dökülen kumların deniz için hiçbir faydası ve zararı olmadığı
gibi, alınan kumların kıyı için de hiçbir zararı ve faydası yoktu. Bu çocuğun
denize, öğrenmeye duyduğu güzel ihtiyacın tekrarlarından oluşan eğitim ve
öğretiminin dersiydi.
Sıska çocuğun
elinden aşağı doğru akan kum taneleri; güneş ile birlikte süzülüyordu denize
doğru. Denizin kıyı şeridi bu yüzden sımsıcaktı. İçinde kumlar olduğu gibi
güneş de vardı. Bizi var eden güneş… Var eden su…
Çocuk, kıyıdan ne
kadar kum alırsa alsın, açılan küçük çukuru, yükselen deniz dalgaları bir
savacı titizliğinde dolduruyor üzerine güzel bir cila çekiyor; tabiatın şaşmaz
dengesini harika bir centilmenlikle izah ediyor.
Deniz dalgalarla
birlikte içindeki fazlalıkları; çer-çöp ve ölü bitkiler; dışarıya atılacak ne
varsa; ölü ve yorgun balıklar, küçük haylaz denizanaları; hepsi kıyıya,
kıyıdaki kum mezarlığına bırakılıyor.
İnsanın oluşturduğu
mezarlıklar, sessiz olurken, denizin kıyıda oluşturduğu mezarlık; insanların
sesleriyle, beden ve nefesleriyle dopdoluydu. İnsan kendi ölümlerinden korkar,
deniz kendi ölümlerini hiçbir korku oluşturmadan boşaltır sıcak tuzlu kumların
üzerine.
Denizin bağrından
çıkan her türlü artık, sanki benle yüzleşir gibiydi. Hâlbuki deniz-dalgalar
kimse ile yüzleşmiyor, doğal döngünün muhteşem hatırına. Bu bir tekrar, var
olma ve var etme sanatından başka bir şey değildi.
Deniz dalgasız, kum
da çakıl tanesiz olmaz. Denizin kıyısı kumlarla doluydu. Renk renk küçük çakıl
taşları, zanaatkar bir ustanın elinden çıkmışçasına kaygan ve parlak
görünüşleriyle her türlü insan dışı figürü anlatıyorlar. Bütün her şey olması
gerektiği gibi kendi doğasına uygun davranıyor; deniz de, dalgalar da,
dalgalara teslim olan çer-çöp, yosun ve denizanaları…
Bütün bu güzellikler
karşısında karaya ne zaman ayak bastığı, düşünmeyi ne zaman keşfettiği
bilinmeyen insan, on binlerce yıldır kendi doğasını arıyor. Bir türlü
bulamadığı doğasını…
Diğer canlılara da doğal gereksinimin içinde, doğal ve
gösterişsiz saygı duyacak, istila ve gasp etme duygularından arınmış,
paylaşılamayacak büyüklükteki evreni bilen ve dünyada ki konukluğuna kötü bir
geçmiş bırakmadan yaşayacak insan; insanlık bir gün, deniz ve dalgalar kadar
doğal olabilecek mi acaba?
Belki de insan kendi
doğallığını yaşıyor da akıl ile ters düşenler bize doğa dışı gibi, olağanüstü
gibi geliyor; belki de burada aklın vicdanı yanılıyor; kim bilir!
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder