30 Aralık 2010 Perşembe

MUCİZE LAZIM

Kamera; Güven Şark Eserleri Müzesi-İstanbul

 Tarihe,sanata,felsefeye düşkünseniz; gelmeniz
gereken bir yer; gelmeniz gerekli olan bir mekan...

Kamera; Güven  Arkeoloji Müzesi İstanbul

Sanatın "s" sini anlamaya çalışan ben; sanatın karşısında
niye ürperirim? Niye tarihin dehlizleri içine girer de
çıkamam? ...

Kamera, Güven Arkeloji Müzesi İstanbul-İskender Lahti
Muhteşem bir eser. Daha bebek sayılır. 2400 yaşında.
Sanatçı dostum Selçuk Bey'e sordum: "nedir bu eseri
bu kadar önemli yapan?" Sanadçı dostum cevap verdi;
"üzerindeki kabartma heykeller." dedi. 2400 yıl önce
insan eli ve zekası ile yontulmuş bu eser; yine savaşı
anlatıyor bize. Bugün dahi bitmeyen soylu savaşları...

Kamera; Güven Arkeloji Müzesi
Ağlayan Kadınlar Lahti ile İskender Lahti
İki muhteşem bebek; sanata, sanat tarihine susamış
ve günün bitmeyen zavallı sorunları yüzünden bunalmış
insanları bekliyor.

Kamera; Güven Arkeloji Müzesi
İnsana can veren yaratıcı, insanın da taşa anlam
vermesini istemiş. Heykellere yükleyeceğiniz anlamlar
belki de yalnızca gözlerimiz ile görüp dokunamayacağımız
başka bir sanata dönüşür...

Kamera; Güven  Pera Müzesi-İstanbul Aralık
Vladimir Makovski   Kayınpeder
Rus sanatının yüzakları...
20 Marta kadar özel müzeciliğin yüzakı olan
Pera Müzesinde sizleri bekliyor. Gidin ve kahveleri
benim hesabıma yazdırın:))

Kamera; Güven Pera Müzesi
Karl Lemoh   Yaz (Tebrikler)

Tuvale can veren ruhun,bedenin ve sanatın
önünde eğilirem. Yepyeni yılların peşinde koşup
anlamsız yorulmalar yerine eskinin sanatını da
yüklenip günü yeni hale getirmek ne büyük
bir mucize olurdu... Ne büyük...

BİR MUCİZE LAZIM



 Aklın, bilimin peşinden koşmak ertelendiği zaman, mucizeler beklenmeye başlanır. Bir mucize aranır yetmeyen hayatların içinde. Akla, bilgiye inanmış olan insanların da mucizelere saygısı vardır. Bilirler ki ortaya çıkacak mucize emeğin, bilginin, araştırmanın mucizesidir. O mucizenin gerçeğe dönüşmüş haline eser denir. Türkiye Cumhuriyeti gibi… Hastalığı yenen aşılar-ilaçlar gibi… Her baktığımızda sonsuza uzanan pencereye daldığımız gibi içine çekildiğimiz resim, heykel ve kitaplar gibi

 Nette küçük bir film izledim. Anne ördek yumurtadan yeni çıkardığı bal sarısı küçük sevimli yavruları ile öyle bir gururlu yürüyordu ki… Anne ördek yavrularının güzelliği, sağlıklı oluşuyla inanılmaz bir huzur içinde ilerliyorlardı. Yavrular birkaç adım geride annenin koruyucu bedeninin hemen arkasında geliyorlardı. Ne olduysa o an oldu. Bir rüzgâr esti, yavruları anneden alan. Yavru ördekler sert rüzgârın ilk testten geçirişinden sağ çıkmışlardı ama anneden üç dört metre öteye yuvarlanmışlardı. Anne, bu yuvarlanışın, yavrularından ayrı kalışın çığlığını atmak üzereyken yine rüzgâr esti. Bu sefer yavrular daha öteye yuvarlanırken anne ördek de rüzgârın ve anneliğin etkisiyle yuvarlanmayı tercih etti.

 Rüzgâr durur durmaz anne ördeğin yaptığı iş; hemen yavrularını toplayıp daha güvenli bir yere ilerlemek oldu. Az önceki mutlu gururu biraz azalmış, şimdi yavrularını koruma-kollama telaşı içinde bir canlının mucizevî gösterisini yapıyordu. Neredeydi bu ördeğin aklı ve merhameti?

 Anne ördek ve bal renkli yavrularının kısa filmini izler izlemez altına küçük bir mesaj yazdım; “ Rüzgâra rağmen annelik”… Diye.

 Bu bir hayvanın, bir insanın değil; bir canlının, anneliğin mucizevî gösterimi, sanat eseriydi. Bu mucizenin adı annelik duygusudur. Hiçbir mertebe, para ile satın alınamayacak muhteşem bir gösteri. Hiçbir korku, bu sahiplenişi yok edemez…

 Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki bir toplum istediği kadar devrimler yapsın, istediği kadar güçlü olsun; annelere giden yoldaki kız çocuklarını eğitmiyorsa, onların öz güvenlerini, annelik eserlerini bilgi ve beceriler ile süslemiyorlarsa; o toplumun bedeni hep kanayacaktır. O toplumun acıları hiç dinmeyecek, gençleri tam manası ile hiçbir zaman mutlu olmayacaktır. Çünkü onları büyüten anneler; anne ördek gibi sıradan bir rüzgârla dahi sarsılırken, diğer fırtınalara dayanamayacak, hem içe, hem dışa lanetli yaşlar akıtacaktır; ÇERESİZ…

 Bir tanıdığım mucizeyi, sürekli altı delik kadehlerde arar; yıllardır. Bir mucizedir aradığı ama neyin mucizesi? Ait olduğu beden mi ruha karşı çıkar yoksa ruh mu bedenle çelişkiye düşer? Tanıdığımın altı delik kadehleri öyle bir içişi var ki, onu izlerken kadehlerin nasıl bitip dolduğunun matematiksel işlemlerini bile yapamazsınız. Ve içinizden; “ Öyle bir geçer ki zaman” türküsünü söylersiniz…

 Mucizeyi kadehlerde arayan tanıdığım bu sebepten sevgili eşi ile sık sık tartışır. Tartışmanın soylu işkenceleri hiç bitmez. Ve o da sık sık, pişmanlıkların kutsallığı adına kendilerini kutsal sanan şartlatan üfürükçülere gider. Her seferinde üfürükçünün tükürük bulaşmış muskaları alınır ve tabiatın duru akan sularına atılır.

 Bir defasında Sarıyer ile Rumeli Kavağı arasında yürüyüş yaparken Telli Baba türbesine rastlamıştım. Birçok insanın akın akın geldiği mucizelerin arandığı bu yerin merdivenlerinden aşağıya doğru bende indim. Sanki Mısır Firavunlarının gizli mabetlerine giriyordum!

 Aşağıdaki mabet birkaç odadan oluşmuş bir yerdi. Büyük odada Telli Babanın türbesi duruyordu. Hangi zamanda ölmüş, hangi zamanda mucizeler vermeye başlamış belli değil! Belli olan bir şey var ki mezar sandukası üstünde bir örtü ve onun üstünde beyaz bir sim telli tül örtülü.

 Dikkatimi çeken ikinci görüntü, gelenlerin tümü kadın ve genç kızlardan oluşuyordu. Anneleri ile gelmiş genç kızlar, önce dua ediyorlar sonra da yanlarında getirdikleri makası çıkarıp Telli Babanın sandukasının üzerinde örtülü tül tellerden birer parça kesiyorlar. Niçin? Elbette evde kalmış, sorunu olan kadın ve kızlarımızın mucizevî bir şifa bulması için.

 İnsanı incitmeden harika bir sömürü içinde oluşturulmuş bu mabette bekçi ve aynı zamanda para kasası yanında duran adama sordum; “ Bu ne iştir?” diye. Büyükçe cam yardım kutusunun içine bakınca, gelenlerin oldukça bonkör davrandığını da gördüm. Para kutusunun yanında duran görevli; biraz mahcup, biraz temkinli ve biraz da siyasi bir dille; “ Ne diyeyim? Vallahi inanır mısın; tül yetiştiremiyorum. Sadece tülleri kesseler iyi! Bir de tüllerin altındaki örtüyü kesiyorlar mucize olacak diye!”

 Mucize dağıtıyor diye akın akın gelen Cumhuriyetin okumuş kadınları nasıl olsa denemekten bir şey çıkmaz deyip Telli Babanın mucizesine de bir şans vermek için geliyorlar. Belli ki bu iş harika bir sektöre dönüşmüş. Günülü bağışlar ile hiçbir çaba harcamadan inanılmaz kazançlar…

 Kim bilir kaç uyanığın öfkesi vardır aydınlığın Cumhuriyetine! Kim bilir kaç üfürükçü şarlatan işini kaybetmiştir Cumhuriyetin gençliğe, kadına, aydınlığa sahip çıkışı adına?

 Milyarlarca insanın milyarlık düşleri, kim bilir kaç milyar düşle kesişiyor, hiç kimselerin haberi olmadan başka boyutlara erteleniyordur. Sürekli mucizeler arayan insanlığın soylu saf insanları; acaba en değerli mucizenin kendileri olduğunu anlamaları daha kaç yüz yıl sürecek.

 Kaç yüzyıl; mucize diye üfürükçülerin tükürüklerini yalayacak, ellerini yıkadıkları suları içecek; gelişiyoruz, geliştik, büyüdük, zenginledik diye bedenlere bulaşmış kanser hücreleri gibi üzerimize bulaşan mucizevî beklentileri için; yaşamımızın paha biçilmez hayatlarını feda edeceğiz…

 Güven


























2 yorum:

Selma Er dedi ki...

Sevgili Güven,yazınız çok anlamlı.Fotoğraflar da çok güzel. Arkeloji Müzesi'nde Ağlayan Kadınlar Lahti ile İskender Lahti'ni her seferinde şaşkınlıkla ve hayranlıkla dakikalarca seyrederim.Pera'daki yeni sergiye henüz gidemedim.Zaten sizin hızınıza yetişemem..Sevgiler,mutlu yıllar..

GÜVEN SERİN dedi ki...

İnsana insan tarafından insanca hediye edilen sanatı anladıkça daha bir insanlaşıyoruz :)) Pera Rus ve Meksika sanatı kaçırılmamalı derim. Daha zaman var gibi görünsede bir an önce gidiniz.

Nice mutlu,sanat dolu yıllar...